Hayır ve ötesi

Rivayete göre; vesayet sistemi sona eriyor. Bundan böyle asker, yargıç ve bürokratlar, yani “atanmışlar,” milletin iradesine taş koyamayacak. Çünkü “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçiyoruz.

Sistem şöyle işleyecek: geçerli oyların %50+1’ini alan biri, başkişi sıfatıyla milletin isteklerini alacak, sıraya koyacak, bakanlarını, bürokratlarını, yargıçlarını atayacak, çıkaracağı kararnamelerle Devlet aygıtını milletin isteklerini karşılamaya elverişli biçime dönüştürecek. Bu arada Bütçeyi hazırlayıp, ülkenin kaynaklarını “tebaasına” adilce dağıtacak.

Başkişinin, milletle doğrudan ilişki kurabilmesini önleyen, başbakan ve bakanlar kurulu gibi aracılar kaldırılacak ve vereceği direktiflerle milletin istekleri birer birer gerçekleştirilecek. Böylece, hem millet iradesi yaşama geçecek, hem de büyük devlet olmamızı istemeyen dış mihraklar karşısında çok daha güçlü olacağız. Bir taşla iki kuş….

Sisteme göre, başkişinin “hikmetinden sual olunamıyor.” Beğenmemişsek, sokaklara çıkıp gösteriler yapmamız da istenmiyor. Birlik ve beraberliğimiz bozulabilir. Beş yıl sonraki seçimleri bekleyip başkasını seçerek beğenmediğimizi gösterirsek, demokrasiye uygun davranmış olacağımız söyleniyor.

Rivayet aynen böyle!

Vesayeti kaldırıyoruz deyip, diktatörlüğün yasalarını onaylamamızı istiyorlar ve ne yazık ki insanımızın yarısına yakını bu sözlere inanıyor; kimse ortaya çıkıp; “siz ne yapmak istiyorsunuz?” diye soramıyor.

Çok yazık! Bu ülke, yaklaşık yüz yıl önce, esaslı bir aydınlanma sürecinden geçti. Kadınların, seçme ve seçilme hakkını, çağdaş sayılan birçok ülkeden önce elde etmesiyle övünürdük. Tarikatların egemenliğinden ve bağnazlıktan kurtulmak için çok mücadele verildi. Bilimin öncülüğünde, diri ve yurtsever kuşaklar yetiştirilmeye çalışıldı. Çok da yol alınmıştı…

Ne oldu da bu hallere düştük?

Şunu aklımıza kazıyalım: millet iradesi denilen şey, Faşizme dair bir kavram. Yapılmak istenilen her melanete meşruiyet kazandırmak için kullanılır. Sözgelişi, referandum yapar da %50+1 kişinin onayını alırsanız, idamı geri getirebilirsiniz. Kalan %50-1 halk değil mi diye kimseler soramaz. Böylelikle devletin adam öldürmesini meşrulaştırırsınız. Hele bir de %95’i evet demişse sizi kimseler tutamaz.

Savaş da çıkarabilirsiniz. Millet, Ülkenin parçalanmasını istemediği için dersiniz. Elbette istemez. Ortalıkta “ne yaptın da ülkeyi bu duruma düşürdün” diye sorabilecek kişi bırakmamışsanız işiniz çok kolay demektir.

Milletin yaklaşık 6 milyonu işsiz. Onlara iş bulamıyorsunuz ama zengin bir ülke olmadığımızı ve işsizlik sorununun hemen çözümlenemeyeceğini herkes kabul eder. Patronlara daha çok teşvik sağlanır, bir de işsizlik fonunda biriken paralar dağıtılırsa, yeni yatırımlara girişirler, böylelikle iş alanları açılır.

Başkanların, halklarını bu ve benzeri sözlere ikna edebilmek için çok etkili araçlara sahip olduğunu hepimiz biliyoruz.

Aylardır, darbe girişimi; OHAL; FETÖ; terör ve savaş tamtamları içinde yaşıyoruz. Bunlara bir de referandum eklendi. Toz duman içinde hiçbir şey görünmüyor. Kargaşa ortamından yararlanıp, pek itirazla karşılaşmaksızın, ülkeyi çözüştürecek çok sayıda yasa çıkardılar.

Geçtiğimiz Ağustos ayında, Varlık Fonu oluşturacağız diye çıkardıkları yasa, en önemlilerinden biriydi. Farkındalık yaratabilmek amacıyla çok sayıda kitle örgütü, çaba gösteriyor. Ama öylesine yakıcı gündem maddeleri var ki yeterince başarılı olunamıyor.

Yasayla, Devletin para getirebilecek bütün varlıkları, kurumları ve değerlerinin OHAL ya da Bakanlar Kurulu Kararnameleriyle, Özelleştirme İdaresi Kararlarıyla, özel hukuk kurallarınca yönetilen bir Anonim Şirkete devredilmesinin önü açılıyor. Devredilen varlıkların tutarı şimdiden 160 milyarı buldu. Şirket, yasadan aldığı yetkiyle bu varlıkları menkul değere dönüştürüp borsada oynayıp para kazanmaya çalışacak ya da rehin edip yeni borçlar bulacak.

Bu ne demek biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti, artık Devlet olma kimliği ile borç bulamıyor. Masaya varlıklarını sürüyor.

Durum bu denli vahim! Kurtulabilmemiz için hayır yetmiyor: ötesi gerekiyor.