Güleryüzlü kapitalizm

Kapitalizm, güleryüzlü olabilir mi?

“Sağ” siyasi hareketlere göre zaten güleryüzlü. Herkes, devlet ya da bir başka gücün baskısı olmaksızın, kendi tercihleri doğrultusunda yaşar, çalışır; yetenekleri ve çabaları ölçüsünde başarılı olur. Özgürlükçüdür. Bireyler mutsuzsa eğer, sorumlusu kendileridir.

Nedense “Sol” payesi verilen sosyal demokrasi ise, devletin müdahalesiyle piyasanın aşırılıkları yumuşatılırsa pekâlâ olabilir der.

Sendikal haklar devlet güvencesine alınır; emeğin aşırı sömürülmesi önlenir; kamu fonları kullanılarak açlık ve yoksulluk giderilir; sağlık, eğitim gibi hizmetlere ulaşım kolaylaştırılır; gelir dağılımı düzeltilebilirse, gülen yüzlü bir kapitalizmin ortaya çıkacağına inanır.

Oysa henüz, emeği sömürmeyen; doğayı yağmalamadan yaşayabilen; gelir ve servet eşitliği peşinde koşan; bedava sosyal hizmet veren “light” bir kapitalist düzen icat edilmedi. Belki bir gün, kim bilir…

“Ama Batı ülkelerinde ...” gibi itirazlar boşuna yükselmesin. Onlar, dünyanın zenginliklerine el koyabildikleri ve yağmadan kazandıklarının birazını kendi emekçileriyle paylaşabildikleri için, güleryüzlü algısı oluşturabiliyor.

Aslında, o da zora girdi. Çünkü dünyada yeni kutuplar ortaya çıktı. Aralarında kıyasıya bir rekabet var. Artık o pek beğenilen Batı ülkeleri de yoksullukla, işsizlikle, evsizlikle boğuşuyor.

Boşuna sosyal demokrasi düşleri de kurmayalım.

Şu tür düşüncelerle de avunamayız: “Dünyaya yalnızca ekonomiyi gösteren bir gözlükle bakmak doğru değil. Bizim acil sorunumuz, demokrasi; adalet; laiklik; hukukun üstünlüğü; polis devleti ... Bunlar çözümlenmeden kapitalizm ile mücadeleye sıra gelemez.”

Böyle aşamalı teorilere karnımız tok!

Biliyoruz ki gerçek, bu söylenenlerin tam tersi: Kapitalizm ile hesaplaşmadan bunların hiçbiri gerçekleştirilemez.

Burjuva hukuku, kapitalist/emperyalist düzenin sürekliliğini sağlamak için var. Asıl yüzünü, sistemin geleceği tehlikeye girdiğinde görürüz. Ne laiklik umurundadır ne demokrasi ne hukuk ne adalet…

Bu sözler elbette sosyal demokrasi için de geçerli.

ODTÜ YOL OLDU

Ankara’da şu günlerde vahim bir olay yaşanıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı, bir rekora imza attıklarını söyleyip, övünüyor.

Bu gerçekten bir rekor. ODTÜ öğretim üyeleri, öğrenciler ve çalışanların elbirliğiyle 50 yıllık emekle kurdukları ormanı, bir gecede yok ettiler.

Çok daha fazlasını dikmeye söz vermişler. Geçiniz!

Ormanı, ağaçlarla dolu bir toprak parçası sanıyorlar. Florası, faunası, yaşam dokusu ve bu özelliklerini ne kadar sürede kazandığı konusunda hiç bilgilerinin olmadığı anlaşılıyor. Zahmet edip çevresini ağaçlandırsalar bile düzen bir kere bozuldu; 50 yıl sonra da eski durumuna kavuşturulamaz.

Atatürk Orman Çiftliği gerçeği ortada. Adında Orman sözcüğü var ama topraklarının yalnızca %15’i orman niteliği taşıyor: Türkiye ortalaması ise %25. Madem ormanı o kadar seviyorlardı, bunca yıl neden öylece bıraktılar?

ODTÜ ormanının başına gelenler, kendisinden çok şeyler beklenen, sosyal demokrasinin sınırlarını da açıklıyor.

Ankara’nın Batı ve Güney yönüne bir bakın; yalnızca son iki yılda yüzü aşkın gökdelen dikildiğini; yüzlercesinin yapımının ise sürdüğünü görürsünüz. Bu amaçla, Belediye Meclislerinde imar planları değiştirildi. Her değiştirilen planla, her yapılan gökdelenle, aynı zamanda, ODTÜ ormanının yok edilerek yol olmasının taşları döşeniyordu.

Belediye meclislerinde CHP temsilcileri de var. Ne yaptılar?

Meclis içinde direnebilecek sayıda güçlerinin olmadığını biliyoruz elbette, ama gelecek tehlikeye karşı toplumu uyarma görevinden bile kaçındılar. Çünkü sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda boyunları kıldan ince.

Bu gidiş sürerse sıra, Eymir ve Mogan göllerine gelecek. Eymir Gölü ODTÜ’ye tahsisli; üniversite 50 yıl çalıştı ve çevresinde bir orman oluşturdu. Birkaç kilometre ötesindeki Mogan ise Hazinenin. Çevresindeki ağaçları tek tek sayabilirsiniz.

Bir yolunu bulmalıyız, yoksa Anadolu’nun her yanını yol yapacaklar.