Gemi işini yeniden düşünelim

 

Aynı gemide olup olmadığımız tartışmaları bu aralar yine gündemde. Patronlar; şu kriz ortamında sendika, ücret, iş güvencesi, diye tutturmayın, hepimiz batarız ona göre… gibi sözlerle tehditler savuruyor.

Gemi onların, batarsa batsın; hiç mahzuru yok. Ama önce gemilerinde forsa olmaktan kurtulmalıyız.

TÜSİAD Başkanı, 17 Kasım günü, TÜRKONFED 22’nci Girişim ve İş Dünyası Zirvesinde patronlara şöyle seslendi; “ucuz ve bol parayla büyüme dönemi sona erdi, bugün dünyada böyle bir rüzgar yok; küreklere yükleneceğiz.

Küreklere yükleneceğiz demesine bakmayın, söz konusu edilen bizleriz. Başkan, çıkar düzenlerinin sürdürülebilmesi için, doğa ve emeğimiz üzerindeki sömürünün daha da derinleştirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor.

Boğulmaktan kurtulabilmenin hesabını yapıyorlar.

Bugüne değin elde ettikleri kazanımlarla yetinmeleri zor. Yoksulluk sınırı altındaki ücretlere daha duyarsız kalan; geçici iş ilişkisinin daha yaygınlaştırıldığı; kuralsız çalıştırmanın kural sayıldığı; iş güvenliğinin umursanmadığı, doğanın kirletilmesinin, talan edilmesinin hoş görüldüğü bir düzene her zamankinden daha çok gereksinmeleri var.

Bireysel emeklilik, işsizlik fonu gibi adlar altında bordrolardan kesilen paralardan oluşturulan fonlar da patronlara aktarılıyor. Ucuz ve bol para dönemi bittiğine göre bu fonlara daha çok gereksinme duyacaklar. BES dayatmasının dozunun artırılması; işsizlik fonundan daha çok paranın patronlara dağıtılması; kıdem tazminatı fonu kurularak, kaynakların çeşitlendirilmesi gibi yeni önlemlerin alınması gereği artık daha çok dayatıyor. 

Ücretlerimizden zorla kesintiler yapılıp, bir fonda toplanınca “yurtiçi tasarruf” sayılıyor. Ne kadar çok kesinti yaparlarsa yurtiçi tasarruflarımız o oranda artmış oluyor.

Dolaylı vergiler konusu da ayrı bir dert. Daha çok satılsın diye otomotiv, konut, beyaz eşya gibi sektörlerden aldıkları vergileri düşürüyorlar, eksik kalanı ekmeğimizden, suyumuzdan keserek tamamlamaya çalışıyorlar.

Bu arada pusuda bekletilen Varlık Fonunu unutmayalım. Ne sürprizler hazırlandığını bilemiyoruz.

Haksızlıkları, adaletsizlikleri, “hukuk” diye yutturmak zorundalar. AKP bu işi şimdilik iyi kotarabildiği için aşırılıklarına katlanıyorlar.

Bunlar emeğimize karşı işlenen suçlar, biraz da doğaya karşı işlenen suçlardan söz edelim.

Kapitalizmin sözlüğünde, doğanın korunması diye bir kavram yok. İç güdüleri yönetiyor ve kârla besleniyor; bu yüzden de zehirlerle iç içe yaşıyoruz. 

Yaşaması için ihtiyaç duyduklarının doğaya uyumlu olması gerekmiyor. Tam tersi; kirlettikçe çoğalıyor, çoğaldıkça yok ediyor.

Böyle giderse kapitalizm, son insanı öldürünceye değin yaşayacak. Beyinlerimiz tutsak edilmiş. Daha iyi ve konforlu bir yaşam için biraz zehir içmeyi, zehir solumayı, haklı görebiliyoruz. Oysa, doğanın egemeni değil parçasıyız yalnızca. Kapitalizmin sürdürülebilmesi için yağmasına göz yumduğumuz her parçada aslında kendimizi tükettiğimizi biliyoruz  ama düşünmek bile istemiyoruz. 

Dahası var: düzenleri sürsün diye dünyamızı karartıyorlar. Görmeyelim diye dinsel dogmalarla gözlerimize mil çekmeye çalışıyorlar.

Gemileri bir an önce batmalı. Yoksa ne doğa kalacak ne yaşam ne de insanlık…

Ama önce forsa olmayı reddetmeliyiz.