Ferman padişahın

AKP, ülkenin uluslararası pazarlarla bütünleştirilerek yağmalanması amacıyla tasarlanan bir ürün. Tasarlayanlar bu kadarını umuyorlar mıydı bilinemez ama zaman içinde “kurucu irade olma” gücüne bile erişti. İç dinamikleri iyi kontrol edebildi ve güçlü itirazlarla karşılaşmaksızın ülkeyi yasa, KHK, Bakanlar Kurulu Kararı, yönetmelik adı verdiği fermanlarla yönetti, dönüştürdü.

Sistem içi muhalefetin, burjuva demokrasilerinde bile kabul edilen direnme hakkını yok sayıp, tek mücadele yolu olarak sandık ve meclisi işaret etmesi, işleri epeyce kolaylaştırdı.

Emperyalist odaklar AKP İktidarının özellikle dış politikadaki istem dışı davranışlarından rahatsızlık duysalar da, şimdilik ellerindekiyle yetinmek zorunda olduklarını görüyor dizgin ve fren mekanizmaları aracılığıyla aşırılıklarını önlemeye çalışıyorlar.

Gelinen bu noktada “bir başbakanın seçime girerken mi, sonuçlar yayımlandıktan mı, yoksa göreve başladıktan sonra mı istifa etmesi gerekir?” “Ertesi gün Cumhurbaşkanlığı görevini üslenecek birinin Parti Kongresine genel başkan olarak katılması uygun olur mu?” “ Ülke beş gündür başbakansız mı?” gibi “hukuki” sorular anlamını yitiriyor. Çünkü fiili durumla, devletin normları iç içe geçmiş durumda ve fermanlarla yeni bir Türkiye kuruluyor.

Bizim temel sorumuz bunlar değil: “Anadolu’nun, kültürünü insanını tarihini doğasını yer altı ve yer üstü kaynaklarını, sermayenin yağmasından nasıl kurtarabiliriz? Nasıl insanca yaşam kurabiliriz?” sorularına yanıt arıyoruz.

Bu noktaya bir günde gelinmedi. Adımlar atılıyorken bizi sahte umutlarla besliyorlardı. Ha gayret Erdoğan’ı düşürelim… ha gayret şu seçimi kazanalım deniyordu. Beklentiler gerçekleşmeyince bizi suçlayıp, olmadı biraz daha gayret diyorlardı.

Ve sonuçta ülke bir diktatöre teslim edildi.

Ama unutmamak gerekiyor: Emperyalizm, ne denli azgelişmiş olurlarsa olsunlar, ülkelerin doldurulacak boş birer kap olmadığını bilir ve ona göre davranır. Tek seçenekle yetinmez. İç dinamikleri yönlendirebilme gücünü yitirenlerin arkasından ise hiç ağlamaz. Ağlamak bir yana, öngörülen yeni düzenin kabul görmesi için gerekiyorsa diktatörün başını vermekten de çekinmez. İşine yaramayan hırsızdır, zorbadır, daha da ötesi teröristtir. Dünya tarihinde buna ilişkin çok sayıda örnek görebiliriz.

Tayyip Erdoğan, 2011 yılından bu yana güç yitirmeye başladı. Söylendiği gibi %52 ile değil, toplam seçmen sayısının %38’iyle seçilebildi. Sokakta ise itirazlar giderek artıyor. Çöküş bir başladı mı hızlanarak sürer. Korkuyor. Yıkılmaz görüntüsü vermek ve gücünü ele güne göstermek zorunda. Seçimlerde bu nedenle saldırgan bir tavır sergiledi. Ulaşılmaz olduğu algısı oluşturmak için giderek artan dozda görkeme gereksinme duyuyor. Bu yüzden simgesel özellik taşıyan AOÇ toprakları üzerine 1000 odalı devasa bir saray yaptırıyor. Bu yüzden ilk iş olarak 81 ilde büyük kalabalıklarla gösterişli açık hava toplantıları düzenlemeyi hedefliyor.

Meclisi uzaktan komuta ile yönetemeyeceği kuşkularını da gidermek zorunda. Cemaat kulis yapamasın diye Ekim ayına değin tatile gönderilen milletvekillerini bu nedenle 28 Ağustos günü görkemli bir cülus töreni için toplamak istiyor.

Ama bugünkü Anayasa, Cumhurbaşkanına geciktirici olmak dışında pek bir yetki tanımıyor. Anayasanın değiştirilmesi için yapılacak bir referandum ise zaman alır. AKP’nin Meclisteki sayısının yaklaşan seçimlerde artmayacağı da bu günden görülebiliyor. Anayasayı değiştiremezse Meclis ve iktidar üzerindeki gücü zaman içinde eriyip gider. Kendi deyişiyle saksı bir Cumhurbaşkanı olarak görev süresini bitirir. Belki de kendisinden artık böyle davranması isteniyor. O dünyada kimse kimsenin kaprisine katlanmaz ve vefa duygusunun da bir sınırı vardır. Zorlamaya kalkarsa sabık Cumhurbaşkanı bile olabilir. Çok malzeme var çünkü.

Mecliste taşların yerlerinden oynayacağı anlaşılıyor. Böyle bir durumda “sistemin kurtarılabilmesi için” düzen muhalefetinin katkısına gerek duyulabilir. Yeni iktidar bileşimleriyle yeni ufuklara yelken açılır. Böylelikle toplumun enerjisi boşalır, yeni beklentiler oluşur ve proje, yeni ellerde yaşam bulur.
Bunlar bizi bekleyen tehlikeler. Yeni tasarımlara karşı uyanık olmalıyız. Padişahınız da fermanı da sizin olsun, bu ülke bizim diyebilmeliyiz.