Elektrik üretiminin özelleştirilmesi ve denetimde dönüşümün yansımaları

Kadir Sev'in "Elektrik üretiminin özelleştirilmesi ve denetimde dönüşümün yansımaları" başlıklı köşe yazısı 23 Kasım 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Elektrik piyasasının özelleştirilmesi sürecinde TEK’in dağıtılmasıyla kurulan Elektrik Üretim A.Ş. (EÜAŞ), sürecin üretim halkasında yer alıyor. Kurumun 2001 yılında çıkarılan Elektrik Piyasası Yasası’yla yeni santral kurması yasaklandı, 18 termik, 27 hidroelektrik ve 56 akarsu olmak üzere toplam 101 santrali Özelleştirme İdaresi’ne devredildi, 22 santralin ise şimdilik kurumda kalacağı anlaşılıyor.

EÜAŞ’ın 2000 yılında elektrik üretiminde yüzde 60 olan payı, 2012 yılında yüzde 40’a düşürüldü. Yap-işlet/yap-işlet-devret gibi yöntemlerle özel sektörün piyasaya daha çok girmesi sağlanarak bu oranın azaltılması ve zaman içinde devletin piyasadan bütünüyle çekilmesi hedefleniyor.

Elektrik piyasasının özelleştirilmesinin gerekçeleri değişmiyor, yalnızca sektöre uygun sözcükler bulunuyor. Elektrik piyasası için denilenler özetle şöyle sürdürülebilir bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması, kayıpların asgariye indirilmesi, verimliliğin artırılması, rekabet sağlanması ve tüketiciye yansıtılması, yatırımlarda yerli katkı payının artırılması.

Hidroelektrik Santraller (HES), özelleştirme projesinin bir ürünü. Giderek yaygınlaştırılıyor. Kurumun internet sitesinde 2012 yılı Ocak ayı itibariyle 543 HES yapımının sürdüğü, 92 Rüzgar Enerji Santraline (RES) lisans verildiği belirtiliyor.

HES Projeleri için kamunun elindeki topraklar yetmemeye başladı. Kişilerin özel mülkiyetindeki toprakların acele kamulaştırılması için Bakanlar Kurulu kararları çıkarılıyor.

Bugüne değin elektrik piyasasını ilgilendiren 74 acele kamulaştırma kararı yayımlandı. Bunların 72’si, 2012 yılının ilk 11 ayında alındı. Bu kararların 54’ü HES Projeleri ile ilgili.

EÜAŞ’ın özelleştirilmesi ve özel sektöre yap-işlet/yap-işlet-devret projelerinin verilmesi oldukça sorunlu yürüyor.

Bu sorunlar Devlet Denetleme Kurulu’nun 2003 ve 2010 yıllarında yayımladığı iki rapor ile Sayıştay’ın 2004 yılında yayımladığı bir rapora yansımıştı.
2003 yılındaki DDK Raporunda Yap İşlet Devret ya da Yap-İşlet sözleşmelerinin pek çoğunda, yatırım tutarları bilinmeksizin, fizibilite raporları incelenmeksizin, su akımını ölçmeksizin sözleşmeler imzalandığı, kimi şirketlere 400 milyon dolara ulaşan büyüklükte fazla ödemeler yapılarak haksız kazançlar sağladığı belirtiliyordu.

2007 yılında yayımlanan, EPDK’nın 2003-2004 ve 2005 yılları Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun işlemlerini incelenmesi sonucunda yazılan raporda da, kimi şirketlere ilişkin, 850 milyon dolara ulaşan büyüklükte yolsuzluklardan söz ediliyordu. Sayıştay’ın 2004 yılında yayımladığı Enerji Raporu’nda ise, 2003 ve öncesindeki ortalama dört yıllık bir süre içinde kamunun 2,3 milyar dolar zarara uğratıldığı sonucuna varılıyordu. Raporda yapılan hesaplamalara göre, o dönemde henüz işletmeye açılmamış santrallerin işletme süresi boyunca yaratacakları kamu zararı da dikkate alındığında, toplam zararın 7 milyar dolara ulaşacağı belirtiliyordu.

Özelleştirmeler, yap-işlet/yap-işlet-devret projeleri, lisans devirleri hızlanarak sürüyor. Ve denetim de sürüyor. DDK 2010 yılında EPDK’yı inceledi, Sayıştay ise 2012 yılında Kamu İşletmeleri Raporu yayımladı.

Bu raporları okuduğunuzda sorunların görünmez bir el tarafından mucizevi bir biçimde düzelmiş olduğunu görüyorsunuz. Hiçbir eleştiri, olumsuz denetim bulgusuna rastlayamıyorsunuz. DDK raporunda özelleştirmelerin yeterince hızlı olmadığı, Sayıştay raporunda ise kıdem tazminatlarının kamu işletmeleri üzerinde yük oluşturduğu, kıdem tazminatı fonu oluşturularak bu sorunun çözülmesi gerektiği gibi önerilerle bile karşılaşıyorsunuz.

Sayıştay 2010 yılında yürürlüğe giren yasası ve Haziran 2012 ayında yapılan değişiklikle denetim yapamaz duruma getirildi. Çıkartılan yasada, Sayıştay’ın görevlerinden çok, yapması yasaklanan denetim türleri sıralıyor. Abdullah Gül’ün yönetimindeki DDK ise daha çok TMMOB’nin bitirilmesi, YÖK Yasası’nın yenilenmesi gibi konularda kamuoyu oluşturulmasına katkı veriyor.

Ülke bütünüyle dönüştürülürken denetim kurumlarının bu dönüşüme uyarlanmayacağı zaten düşünülemezdi. Nitekim öyle olduğu da görülüyor.