Dünya devlerinin bölge üssü olmak

AKP’nin bir rüyası var 2023 yılına gelindiğinde, Türkiye dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında olacakmış. Bu sözleri dağa, taşa, yerli yersiz bütün resmi metinlere, boş buldukları her yere yazıyorlar.

Stratejik sektörlerini ve ülkenin iç pazarını dünyanın dev tekellerine kaptırmış peynir, ekmek, domatesini kendi ülkesinde pazarlamaktan bile aciz bir sermaye sınıfı ile böylesine hedeflere nasıl ulaşılır demeyin. Onların ulaştırması beklenmiyor zaten. Topraklarınızı dünya devlerine açıyor, ucuz işgücü, kâr güvencesi ve transfer garantisi, daha birçok özendiriciler veriyorsunuz enerji, altyapı gibi temel gereksinmelerini karşılıyorsunuz ve yatırım yapmalarını istiyorsunuz.

Tekeller sunulan koşulları inceliyor, bölgesel pazarlara yakınlık, komşularıyla ilişkiler, iktidarın halk üzerindeki hegemonik gücü gibi bir dizi ölçütü daha değerlendiriyor ve uygun görürlerse yatırımlarını ülkenize kaydırıyorlar. Bölgenin kaynaklarını emperyalizme akıtan birer hortum işlevi gören bu yatırımlar, bölge üssü olarak seçilen şanslı ülkenin milli gelir hesaplarına giriyor ve “büyümeye dair” masallar anlatmakta kullanılabiliyor. Bu hesaba göre onlar yatırım yaptıkça sizin ekonominiz büyüyor, onlar sattıkça siz kazanıyorsunuz. Bu arada yerli sermaye grupları, ortak, aracı ya da taşeron sıfatlarıyla paylarını alıyorlar.

Görüldüğü üzere, dünyanın en büyük ilk on ekonomisi arasına girmek, dışsatımı 500 milyar dolara yükseltmek çok da zor değil.

Türkiye gerek coğrafi konumu, gerekse etnik ve dinsel özellikleri nedeniyle tekellerin bölge üssü olmak için çok elverişli. Hem AB’nin patron ülkelerine hem de Afrika ve Asya’da yaşayan 1,5 milyar nüfusa yalnızca 3-4 saat uzaklıkta. Üstelik on bir yıl süresince sermaye dostu bir iktidarca tek başına yönetilmiş olmasının rahatlığı var: Hukuksal altyapısı hazır. Ayrıca sermaye sözcüsü dergilerde, “Doğu-Batı sentezine sahip oldukları için” Türk yöneticilerin Asya ve Kuzey Afrika pazarlarında işlerine çok yaradığı vurgulanıyor. Krizi yönetmeyi iyi bilmeleri de cabası.

Bölgede Müslümanlık, Türklük, ortak geçmiş gibi öğeler bayağı işe yarıyor ve daha etkin kullanılabilmesi için hiçbir masraftan kaçınılmıyor. Hedeflenen bölgelerde, ABD’de konuşlandırılan Cemaat eliyle okullar açılıyor, görkemli törenlerle Türkçe olimpiyatları gibi etkinlikler düzenleniyor.

Bugün için, 60 küresel dev, Türkiye’yi bölge üssü olarak kullanıyor. AB ülkelerindeki kriz nedeniyle bu sayının her yıl 15-20 artması bekleniyormuş. Ayrıca ISO 500 sıralamasında yer alan 140 şirketin yabancı sermayeli olduğu ve 2011 dış satımının yüzde 44’ünün bu şirketlerce gerçekleştirildiği de unutulmamalı.

Saadet zincirinin sürebilmesi, ülke halklarının yabancı sermaye sevdalısı yapılmasına ve çevre, orman gibi duyarlıklarının yok edilmesine bağlı. Projenin asıl sahipleri, iktidarları bu konuda yalnız bırakmıyor. Türkiye’de yatırım yapan uluslararası şirketlerin örgütü olan Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED), onlardan biri. AKP terminolojisiyle söylersek, bütün üyelerinin kökü dışarıda ve üyelerinin üçte birinin Türkiye’de bölge üssü var. Faaliyet raporlarında Türkiye’deki yabancı sermaye algısının değiştirilmesi ve daha çok yatırım gelmesi için var güçleriyle çalıştıkları vurgulanıyor. AKP terminolojisini sürdürürsek “yatırımlar dış mihraklarca yönlendiriliyor” diyebiliriz.

AKP, Taksim Direnişi’nin kontrolünden çıkarak bir anda bütün ülkeyi sarmasından çok rahatsızlık duydu. Zincirlerinden boşandı, halkına savaş açtı, saldırmadığı kurum, kuruluş, örgüt kalmadı. Öyle sözler etti ki, sanırsınız utanmadan kimsenin yüzüne bakamaz artık. Agresif davranışlarının, yabancı yatırımları olumsuz etkileyeceği çok açık. Akıllara “AKP projesi bitiyor mu” sorusu geliyor.

Fillerin ölümü çok sancılı bir süreçmiş. Can çekişirken çevrelerinde ne varsa dümdüz ederlermiş. AKP bu aşamaya geldi mi bilemem ama çevreyi dümdüz etmesine kimsenin izin vermeyeceği çok açık. Herkesin bir sürü yatırımı var.