Dünya Bankası kredilerinin harcanmasına bir örnek: 8 Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Projesi

Dünya Bankasının (DB) yalnızca proje karşılığında ülkelere kredi veren bir kuruluş olmadığını, verdiği kredilerle ülkeleri ve halklarının sosyal ve kültürel yapısı ile ekonomisini uluslararası sermayenin isterleri doğrultusunda dönüştürdüğünü ve bu özelliği ile de emperyalizmin bir aracı değil bizzat kendisi olduğunu, hepimiz biliyoruz.

Sağlık ve eğitimin, enerji, iletişim, yer altı, yer üstü kaynaklarının, uluslararası sermayenin yağmasına sunulmasındaki, ülke tarımının yok edilmesindeki, öncü rolünü yaşayarak gördük.

Bu arada küçük bir ayrıntı vereyim: DB’nin 10 bini aşkın çalışanının yanısıra, sağladığı prestij ve yurtdışı gezi olanaklarına kavuşabilmek için yarışan üye ülkelerin yüz binlerce kamu çalışanından oluşan gönüllüleri vardır. Üye ülkelerin bu nitelikteki görevlilerince derlenen ve kendi halklarından bile sakladıkları veriler, DB’de birikir. Yani aynı zamanda bir veri bankasıdır.

Bu yazıda, DB’nin işlevini tartışmayacağım. Yüksek faizler ödenerek alınan kredilerin bürokratik süreçlerde nasıl heba edildiğini, 8 yıllık temel eğitim programının DB kredisi ile yürütülen bölümünün öyküsü eşliğinde irdelemeye çalışacağım. Vereceğim bilgiler, DDK üyesi olarak 2004 yılında uzman arkadaşlarımla birlikte yürüttüğüm denetim sonuçlarının konuyla ilgili bölümüdür.

Şimdiden söyleyeyim: İç açıcı şeyler okumayacaksınız.

Kesintisiz eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması için 3 faz olarak programlanan Temel Eğitim Programının 2,5 milyar dolar olarak belirlenen ilk fazının 300 milyon dolar tutarındaki bölümü, 1997 yılında imzalanan bir anlaşma ile DB’den karşılanmış, 2,5 yıl süreli bu anlaşmanın başarıyla yürütülmesi durumunda ikinci anlaşmanın imzalanacağı belirtilmiştir.

Projenin gerçekçi bir projeksiyona dayandırılmadığı zaman içinde ortaya çıkmış ve üç kez değiştirilmesi gerekmiştir. Uygulama alt projeleri kredinin kullanılması sürecinde biçimlendirilmeye çalışılmış, her bir değişiklikle harcama kalemlerine özgülenen tutarlar büyük oranlarda değiştirilmiştir. Sözgelişi, okul onarımları için başlangıçta 67 milyon dolar öngörülmüşken bu tutar 63 milyon 124 milyon ve 93 milyon dolar olmak üzere üç kez değiştirilmiştir.

Hangi gereksinmeler için DB kredisine başvurulacağının bile doğru belirlenemediği anlaşılmaktadır. Kolaylıkla yerel olanaklar ya da gönüllü katkılarla yapılabilecek küçük onarımlar, kırtasiye gereksinmeleri, üstelik kimileri uluslararası ihalelerle DB kredisinden karşılanmıştır.

22 bin okula kalem, silgi, tebeşir gibi kırtasiye ürünleri satın alınması ve okullara dağıtılması için uluslararası ihaleye çıkılarak %30’u taşıma gideri olmak üzere 6,5 milyon dolar ödenmesini “yanlış tercih” sözcükleriyle nitelendirmek hafif kalır. Kırsal kesimdeki 274 ilköğretim okuluna dağıtılmak üzere satın alınan kitapların bir bölümünün Talim Terbiye Kurulu’nun onayı olmadığı için elde kalması da öyle.

Buna benzer çok sayıda örnek verilebilir. Sözgelişi, bir yandan okullarda bilgisayar teknolojisinin yaygınlaştırılmasının hedeflendiği söylenir, okullar bilgisayarlarla donatılırken, 2000 ve 2001 yıllarında 6500 video satın alınmış ve 1,6 milyon dolar ödenmiştir. Oysa bilindiği üzere 2000’li yıllarda video teknolojisi dünyadan kalkmıştır. Üstelik alınan kasetlerin çoğu da bozuk çıkmıştır.

Okullara bilgisayar destekli eğitim yapılması amacıyla çok sayıda bilgisayar alındığını söylemiştim. Ama ihale iki yıl geciktirildiği ve şartnameler de yenilenmediği için eski teknoloji satın alınmıştır. Üstelik bu okullara bilgisayarla eğitim yapabilecek öğretmenler atanmamıştır. Bilgisayarlar çoğu okulda “çocuklar bozmasın” gerekçesiyle kilit altına alınmış, çok azında ise başka branşlardaki öğretmenler aracılığıyla bilgisayar okuryazarlığı öğretilmeye çalışılmıştır.

Bu arada DB kredisinden karşılanmak üzere okul yöneticilerine araç-gereç satın alma yetkisinin verildiği durumlar da olmuştur. Ama alınacak malzemenin niteliği ve ödenecek tutarlar konusunda hiçbir ilke belirlenmediği için gereksinmeler çok değişik fiyatlarla karşılanmıştır. Sözgelişi bir çöp sepetine bile kimi okul 2 dolar öderken kimi okul 52 dolar ödeyebilmiştir.

1996 yılında, okullara Temel Eğitim Pilot Projesi çerçevesinde dağıtılmaya başlanılan eğitim araç gerecinin eğitime katkısının ölçülebilmesi amacıyla Devlet İstatistik Enstitüsü’nce 1996 ve 1998 yıllarında iki ayrı anket yapılması tutarsızlıklara bir başka örnektir. Eğitim malzemesinin okullara 1996 yılında dağıtılmaya başlanıldığı dikkate alındığında, böyle bir anketin doğru sonuç vermeyeceğini kimse düşünememiştir. İkinci anketin yapıldığı 1998 yılında ise okulların %15’ine henüz malzeme ulaşmamıştır.

DİE’nin yukarıda sözünü ettiğim anketi, öğretmenlerin bir bölümünün okullarında böyle bir araç gereç olduğundan bile habersiz olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yapılan ankette yer alan “okulunuza eğitim araç-gereci geldi mi?” sorusuna okul yöneticilerinin %15’i öğretmenlerin ise %26’sı gelmediği yanıtını vermiştir. Eğitim araç-gereçlerinin eğitimde kullanılamayışı bir yana varlığından bile çoğu öğretmenin haberi olamadığı anlaşılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığınca okullara eğitim yazılımları dağıtılmıştır. Bunların bir bölümü İngilizce, Fransızca ve Almanca dil eğitimine yöneliktir. Bakanlık bu yazılımlar için toplam 5 milyon dolar ödemiştir. Bu tutarın 2,7 milyon dolar Almanca ve Fransızca yazılımlara ilişkindir. Oysa dağıtılan okulların yalnızca 12’sinde Fransızca ve Almanca eğitim yapılmaktadır.

Bu kadarı da olmaz demeyin. Çünkü dahası var. İki yıl sürecek projenin yürütülebilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı örgüt yapısı içinde Proje Koordinasyon Merkezi adlı bir birim kurulmuş, giderleri DB kredisinden karşılanmak üzere bir bina kiralanmış ve Bankanın resmi dili İngilizce olduğu için bu birime atanan 100 Bakanlık personeli İngilizce kurslarına gönderilmiş ve 315 bin dolar ödenmiştir. Üst düzey İngilizce öğretimi için gönderildikleri düşünülmesin: Kursa gönderilen 100 kişinin, 60’ı başlangıç 22’si ortanın altı 10’u ise orta düzeyli İngilizce eğitimi almıştır. Kursun bitiminde aralarından 50 kişi seçilerek yeniden gönderilmiştir. İkinci kez gönderilen 50 kişinin 28’i ortanın altı, 14’ü ise orta düzey eğitim görmüş, kurslarla birlikte Projenin de süresi bitmiştir.

Bu arada DB kredisi ile bağlantılı olmasa da ilginçliği nedeniyle İl Özel İdarelerinin bir uyanıklığından söz etmeliyim. İl Özel İdareleri, bir önceki dönemde kesinleşmiş öz gelirlerinin en az % 3’ünü ilköğretim harcamalarına ayırmak zorundaydı. Ayrıca ilköğretim giderlerini karşılamaları için genel bütçe ödeneklerinden de para gönderiliyordu. Bütçelerine baktığınızda kimilerinin, yasayla öngörülenin bile üzerinde ödenek ayırdıklarını görüyordunuz. Ancak kesin hesaplarına, yani gerçekleşen harcamalarına baktığınızda, yalnızca Bakanlıktan gönderilen paraları harcadıkları, öz gelirlerinden ayırdıkları ödenekleri ilköğretim harcamalarında değil, başka hizmetlerinde kullandıkları ortaya çıkıyordu.

Aklınıza “bu olumsuzlukları denetleyip ortaya çıkaracak bir kamu kurumu yok mu?” gibi bir soru takılmış olabilir. Denetimin artık sorunların ortaya konulması ve çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla kullanılmadığını, istenmeyen yöneticilerin tasfiye edilmesini sağlayan bir araca dönüştürüldüğünü bilmeliyiz.

DB Kredi Anlaşmalarında projenin yürütülmesinin bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenmesi öngörülür. Ülkemizde o tarihte henüz varlığını sürdüren Hazine Müsteşarlığı Kontrolörleri denetliyordu. Ama raporlarına baktığınızda bırakın yukarıda sözü edilen sorunların ortaya konulmasını, 2,5 yılda bitmesi öngörülen projenin neden 5 yıl süründürüldüğü konusunda bile herhangi bir bulgu ya da eleştiriye rastlayamıyordunuz.

Dünya Bankasının, ülkelerin uluslararası sermayenin isterleri doğrultusunda dönüştürülmesi dışında bir başka hedefi olmadığı kuşkusuzdur. Bu hedefini gerçekleştirecek siyasal iktidarların daha da güçlenmesini sağlayacak özellik taşıyan yolsuzluklarına göz yumması bu nedenle yadırgatıcı değildir.