Diyanetin arabası

Basında Diyanet Vakfının, Diyanet İşleri Başkanına 1 milyon liralık makam arabası aldığı yazılınca Diyanet İşleri Başkanlığı esti, yağdı, gürledi. Haberi yazanlara da, yayanlara da tehditler savurdu. Mahkemede hesaplaşacağız dedi.

Açıklamalarında Başkanın; “ Milletimizin hayır-hasenat inancının eseri olarak Türkiye Diyanet Vakfına emanet ettiği bağışlar(larla) lüks araç aldığını düşünmenin art niyet içerdiği belirtiliyor; “Onun milletin emanetine duyduğu derin saygıyı idrak etmemekle ilgilidir” deniliyor ve Vakıftan değil bütçeden alındığı, üstelik yazılan tutarın çok altında para ödendiği öne sürülüyordu.

Demek ki bütçeden alındığında sorun olmayacağı düşünülüyordu. Yeter ki müminlerin parası boşa gitmesin.

Peki, art niyetli olmayalım ama söyledikleri fiyata ne diyeceğiz? Bir gariplik var gibi. Arabayı 322 bin liraya aldıklarını söylüyorlar. Oysa Mercedes-Benz web sitesine girdiğinizde 2014 model S 500 Mercedes’in vergisiz 337 bin, vergilerle birlikte 985 bin liraya satıldığını görüyorsunuz. Yani arabanın Türkiye’deki fiyatı 1 milyon değilse de 900 bin liranın hayli üzerinde.

Resmi araçlar ÖTV’den bağışık değil. AKP, 2009 yılında Başbakanlığa alınan uçak ve araçlardan ÖTV alınmaması için bir yasal düzenleme yapmak istemiş ama vazgeçmişti. Daha sonra ise bu konu bir daha gündeme gelmedi.

Arabanın 600 bin lira tutarındaki vergisini kim ödedi? Yoksa ödenmedi mi!

Vergiyi ödeyen de tahsil eden de Devlet, almamışsa ne olur diye düşünülebilir. Ama unutmayalım; yasalarda bu eylem, vergi kaçırmak olarak adlandırılıyor. Kim kaçırmıyor ki deyip geçelim ve bütçede yaptığı etkiye bakalım: Araç için Diyanet ödeneklerinden 322 milyon lira düşüldüyse, 600 bin lira tutarındaki ödenek üstü harcamayı gizlemiş oldular. Eğer bu yıl ödenek üstü harcama yapmamışlarsa 600 bin lira tutarında ödeneğe kavuştular.

Diyanet İşleri Başkanlığına verilen ödenekler birkaç bakanlığın bütçesinin toplamını aşıyor ama yine de yetmiyor. Yasak olmasına karşın her yıl bütçe ile verilen ödeneklerin çok üzerinde harcama yapıyorlar. Bu durum Sayıştay Raporlarına yansıyor ve rahatsızlık yaratıyor. Başkanlık, 2009 yılında 670 milyon, 2012 yılında ise 465 milyon lira ödenek üstü harcama yapmıştı. Eleştirilerin yoğunlaşması üzerine 2012-2013 yıllarında hızlı bir fren yaptılar ve 40-50 milyon lira düzeylerine düşürdüler.

Bu daha az para harcadıkları anlamına gelmiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı Yasasında yaptıkları değişikliklerle kamunun olması gereken gelirleri toplama yetkisini vakıflara vererek mali yapılarını güçlendirdiler. 2013 yılında çıkardıkları 6495 sayılı Yasayla neredeyse ülkedeki bütün camiler bu kapsam içine alındı. Paraları onlar topluyor, üstelik bütçe ile öngörülen kısıtlamalar olmaksızın, onlar harcıyor.

Oysa 2004 yılında çıkarılan 6072 sayılı Yasayla kamu kurumlarınca kurulan vakıflar ile Kurumların para/hizmet ilişkisi yasaklanmıştı. Kamuoyunda içki yasağı olarak bilinen 2010 yılında çıkarılan 6002 sayılı yasaya konulan bir maddeyle bu yasak Diyanet Vakfı için kaldırıldı.

Diyanetin iki Vakfı var. Diyanet Vakfı Türkiye’nin en büyük vakıflarından biri, herkesçe tanınıyor. 29 Mayıs Üniversitesini de bu vakıf kurdu. Ülkede ne kadar cami varsa neredeyse hepsinin yanında yöresinde kiralanacak ticari bir yer bulunuyor. Vakıf, bu maddeye dayanarak hepsini kiralıyor, paraları topluyor ve belli bir oranını da Diyanet İşleri Başkanlığına veriyor.

Din ve Sosyal Hizmet Vakfı ise kamuoyunda pek bilinmiyor. Sayıştay’ın Meclisten gizlenen 2011 yılı Raporunda; Maliye Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında 2006 yılında hiçbir yasal dayanağı olmayan bir protokol yapılarak camilerin minarelerini kiralama yetkisinin Din ve Sosyal Hizmet Vakfına verildiği belirtilmese, bu olay ortaya çıkmayacaktı. Vakfın web sitesinde kiralama işinin 2001 yılından beri sürdüğü belirtiliyor. Vakıf, minarelere baz istasyon kurduruyor, kiranın yarısını kendisi alıyor, %5’ini Hazineye veriyor, kalanını müftülükle cami derneği arasında paylaştırıyor. Metropol illerde 5.000, diğer illerde 4.000, nüfusu 40 binin altındaki yerlerde ise 2.500 ABD doları karşılığı kira alınıyor. Türkiye’de 85 bin 500 cami var ama uygulamayı dilediklerince yaygınlaştıramadıklarından yakınıyorlar. Camilerin çevresinde yaşayanlar, sağlığa aykırı olduğunu öne sürerek kaldırılması için yargıya başvuruyorlarmış. Bunun önüne geçebilmek için sitelerinde yayımladıkları “bilimsel çalışmalarda” bu görüşün ne kadar yanlış olduğunu anlatıp duruyorlar.

Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Dünyasında evrensellik iddiası taşıyacak bir anlayışla yeniden yapılandırılıyor. Dünyaya açılıyor. Diyanet Vakfının kurduğu üniversiteyi El-Ezher ve benzeri İslam üniversiteleriyle yarışacak uluslararası bir İslam üniversitesine dönüştürmeye çalışıyor. Ayrıca Yasasında 2011 yılında yapılan bir değişiklikle Uluslararası düzeyde şûra toplantıları organize etmekle görevlendirildi. Üstelik bütün üniversitelere cami yapma gibi bir hedefi var. Yasasında 2013 yılında yapılan değişiklikle kurslarda okuyan öğrencilere yurt ve pansiyon açma görevi verildi. Kurs deyip geçmeyin çok sayıda öğrenci var. İhtiyaç odaklı temel eğitim, hafızlık eğitim programı adları altında ve ayrıca camilerde kur’an kurslarında olmak üzere 2012-2013 öğretim yılında yaklaşık 1 milyon 300 bin öğrenciye kurslar vermişler. Çok para bulmaları ve çok çalışmaları gerekiyor.

Papa, Renault marka arabaya biniyormuş. Onun bu kadar işi gücü yok ki. Hem sefasını sürmesini bilmiyorsa bizim başkana ne!