Din okulları

Türkiye’de her yıl, kapitalizmle sorunu olmayan; sömürüyü, adaletsizliği, yoksulluk ve yolsuzluğu umursamayan; üstelik sorunu olanlara karşı kullanılmaya hazır, milyonlarca insan yetiştiriliyor.

Gerçek sorunlarına yabancılaştırılmış ve toplumu; Müslümanlığın kurallarına uygun yaşayan ve yaşamayanlar olarak tasnif eden ve “ötekine” karşı sürekli bilenen bu kadrolar, düzenin korunmasında çok önemli işlev görüyorlar.

Yapılan bu iş, eğitim olarak adlandırılıyor. Oysa “zihinlerin programlanması” sözü, durumu daha güzel açıklıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı; Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) gibi kamu kurumları ile Devletin kurduğu ya da Devletin beslediği çeşitli vakıflar, zihinleri programlamak amacıyla seferberlik ilan ettiler, adeta birbirleriyle yarışıyorlar.

Bu kurum ve kuruluşların bilimle işleri yok. Din süzgecinden geçmeyen bilgiyi bilimden saymıyorlar. DİB başkanı 25 Nisan 2016’da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerini Diyanet Vakfı'nın konferans salonunda topladı ve onlara şöyle seslendi: “…kainatın bilgisi ile kainatın ayetlerini birbirinden ayıramazsınız. Böyle yaptığımız zaman dini hayattan koparıyoruz. Hadis ne kadar dini bir ilimse matematik o kadar dini bir ilimdir. Çünkü matematik olmazsa, Allah´ın kâinata koyduğu sünnetleri ve kanunları öğrenemezsiniz.”

Bu Devletin Anayasasında “laiktir” yazıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın örgüt yasasında, görevini laiklik ilkesi doğrultusunda yürütür deniyor. Başkanı ise, ilk ve orta öğretim okullarında eğitim veren öğretmenleri toplayıp; “bilim din içindir” diyor. Ve kimse hesap sormuyor. En kötüsü de bu!

Din eğitimini, anaokuluna kadar indirdiler. DİB 2015 yılı faaliyet raporunda yıl içinde 4-6 yaş grubu için 554 kurs açıldığı ve buralarda 15.265 çocuğa din eğitimi verildiği yazılı.

2014 yılı Faaliyet raporunda ise yaz kur’an kurslarına yıl içinde 3 milyon 150 bin kursiyerin katıldığı belirtiliyor. Bu, kısa süreli olanlarına katılanların sayısı. Bir de eğitim yılı süresince verilen kurslar var. DİB faaliyet raporları ile TÜİK verilerini derlediğinizde 2005-2015 arasında bu kurslardan 4 milyon 650 bin kişinin geçtiğini görüyorsunuz.

Din eğitimi konusunda Milli Eğitim Bakanlığı Diyaneti aratmıyor. Üstelik daha organize ve yıllarca süren eğitim verildiği için etkisi daha kalıcı. Okulculuk yapmaya da elverişli. Nitekim Tayyip Erdoğan meydanlarda imam hatipli olduğunu gururla ifade ediyor ve siz de öyle olun diyor.

İmam Hatip dedikleri din okullarındaki öğrenci sayıları 1970-1976 arasında 35 bin ile 77 bin arasında iniş çıkışlarla salınırken, MC’ler döneminde 150 binlere ulaşmış; 12 Eylül cuntacıları sayesinde 250 binlere dayanmıştı. Hızlı yükseliş 1990’lı yıllarda da sürmüş; 1996 yılında 500 bini aşmıştı. 1997 yılında çıkarılan 8 Yıllık zorunlu kesintisiz eğitim yasasıyla imam hatip ortaokulları kapatıldı. Liselerdeki öğrenci sayıları da azalarak gerçek bir meslek okulu görünümü kazanmaya başladı.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında İmam Hatip Liselerinde 64.534 öğrenci vardı. Bu tarihten sonra öğrenci sayısı her dört yılda bir ikiye katlanarak artıyordu. Öğrenci sayısı 2011 yılında 268 bine ulaşmıştı.

AKP İktidarına bu hız yetmedi. 2012 yılında zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığı aldatmacasıyla ilk ve ortaöğretim, 4+4+4 biçiminde kademelendirildi; imam hatip ortaokulları yeniden açıldı. Bu tarihten sonra öğrenci sayısı baş döndürücü bir hızla artmaya başladı. Sayılar şöyle: 2012 yılında 381 bin; 2013 yılında 714 bin; 2015 yılında 932 bin ve 2016 yılında 1 milyon 200 bin.

Din eğitimi yalnızca din okullarında verilmiyor, anaokullarına kadar indirdiler. Öğrenciler üst sınıflara geldiklerinde ise seçimlik din derslerini seçmeye zorlanıyorlar. Üstelik okullarda halka açık Cuma namazları bile kılınmaya başlandı.

Bu memlekette sosyalistler, yurtseverler, laikliği savunanlar, virüs olarak görülüyor. Hastalıkla baş etmek için imam hatip okulları; kur’an kursları gibi adlarla anılan kuluçkalıklarda, antikorlar üretiliyor.

Biraz da şu antikor üretme işinin maliyetine bakalım.

2014 yılı kesinleşmiş bütçe verilerinde Diyanet İşleri Başkanlığının, Enerji Bakanlığının 4 katı; Başbakanlığın 2,5 katı; Sağlık Bakanlığının 1,5 katı kadar harcama yaptığı görülüyor.

Diyanet, 2003 yılında 863 milyon lira harcamıştı; 2015 yılında 6 milyar 38 milyon liraya dayandı. AKP’nin iktidar olduğu 13 yıldaki harcamasını, Sayıştay genel uygunluk bildirimlerinden yararlanarak hesapladığınızda cari fiyatlarla 38 milyar lira olduğunu görüyorsunuz. Bu tutarın eğitim deflatörleriyle güncellenmiş karşılığı 2015 yılı için 51 milyar lira.

Devletin bütün KİT’lerini yaklaşık bu fiyata satmışlardı.

Türkiye Diyanet vakfı, genel bütçe ile yarışamıyor ama azımsanacak gibi de değil. 2015 yılında 635 milyon lira harcamış. 2010-2015 yılları arasındaki cirosunun toplam tutarı 2 milyar 373 milyon lira.

TÜRGEV, ENSAR benzeri amaçlarla kurulmuş irili ufaklı yüzlerce vakıf var. Bunlara, başta belediyeler olmak üzere kamu kuruluşlarınca küçük bedellerle taşınmazlar tahsis ediliyor ya da çeşitli yöntemlerle kaynaklar aktarılıyor. Bu iş için kamu ihalelerinden pay alan yükleniciler de kullanılıyor. Vakıflara aktardıkları paraları hakediş tutarlarına ekleyip geri alıyorlar. Daha açık söylersek cebimizden çalınan paralar bu vakıflara aktarılmış oluyor.

Tanınan çıkarlar bununla sınırlı kalmıyor. Vakıfların bir bölümü, kamu yararına hizmet gördüğü gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararlarıyla vergi bağışıklıklarından yararlandırılıyor ve Maliyeye yatırılması gereken vergiler bu vakıfların ceplerinde kalıyor.

Hayırsever vatandaşların durumu da buna benziyor; cami yapıp devlete bağışlıyorlar. Harcadıkları para, ödemeleri gereken vergiden düşüldüğü için -kimse farkında değil ama- parasını bizler ödemiş oluyoruz.