Cumhurbaşkanının arabası

Devlette gösteriş tavan yaptı. Öyle işler oluyor ki, abartı sözcüğü vız gelir. Devletin başı, devasa bir saray yapıp dünyanın diline düştü; adalet, görkemli saraylarda dağıtılıyor; Kamu kurumları birer birer yeni yapılan saray yavrularına taşınıyor.

İnsanın aklına ister istemez Osmanlı’nın son günleri geliyor; İmparatorluğun yerlerde süründüğü 19 yüzyılın ikinci yarısında Hanedan, canını dişine takıp Dolmabahçe sarayını yapmıştı.

Diyanetin arabası, gösterişin bir başka boyutunu öne çıkardı. Devleti yönetenler nasıl daha lüks bir makam arabası alırız diye çabalayıp duruyor. Çünkü işgal ettiği makamın önemi ve saygınlığı kullandığı arabayla ölçülüyor.

Oysa farkında değiller ama dönem çoktan değişti. Artık “tevazu” prim yapıyor. Batıda Bakanlar işlerine bisikletle gidiyor,  başbakanlar kahvelerde bacak bacak üstüne atmış insanların karşısına geçip onlarla ayakta sohbet ediyor.

Diyanetin arabası öyküsünde devletin, çözüştürülmesi sürecinde gelinen aşamayı okuyabilirsiniz. Yasa, ilke, gelenek, saydamlık gibi devlete ilişkin kavramların çürüdüğü, kamusal yetkileri ele geçirenlerin dilediğini yapabildiği bir ülke görürsünüz.

Öyküyü kısaca özetleyelim. Ama sıkıcı da olsa biraz mevzuat bilgisi gerekiyor.

Kamu taşıtları, 1961 yılında çıkarılan ve daha sonraki yıllarda birkaç maddesi değiştirilen 237 sayılı Taşıt Yasasında belirlenen ilkelere göre yönetiliyor.

Yasaya göre Cumhurbaşkanı, yüksek yargı organı başkanları, TBMM Başkanı, Başbakan, bakanlar ve kimi kurumların genel müdür ve başkanlarının emirlerine otomobil verilebiliyor. Bunlar diledikleri gibi kullanabiliyorlar. Aralarında Diyanet İşleri Başkanı’nın da olduğu kimi görevlere ise makam hizmetlerinde kullanılmak üzere taşıt veriliyor. Bu gibiler yalnızca görevlerinin gerektirdiği hizmetlerde kullanabiliyorlar. Ve taşıtlarının üzerine; “Resmi hizmete mahsustur” yazılması gerekiyor.

Yasa, gösterişli; lüks ve ekonomik olmayan taşıt alınmasını yasaklıyor. Bu kuralın uygulanmasını güvenceye almak amacıyla, hangi cins araçtan kaç adet alınacağının; bedelinin hangi kaynaktan karşılanacağının ve azami satın alma bedellerinin, her yıl bütçe yasalarına ekli cetvellerde gösterilmesi öngörülüyor. Bunlar bütçenin (T) cetvelinde gösteriliyor. Bütçe yasalarına öyle uçuk fiyatlar koymak yok. Yasanın 9. Maddesinde; “orta siklet ve vasati fiyatlar esas alınmak suretiyle” deniliyor.

2015 yılı Bütçe Yasasının (T) cetvelinde Diyanet İşleri Başkanlığına beşi Merkezi Bütçe, biri Döner Sermaye, beşi de hibe olmak üzere 11 binek otomobili alınması öngörülmüş. Bunların her birine ödenebilecek en yüksek bedel, vergiler hariç 44 bin lira. Yanlış okumadınız. Vergiler katıldığında taş çatlasa 120 bin liralık bir araç alınabilir. Ama cetvelde küçük bir not yer alıyor: “… azami fiyatlarda değişiklik yapmaya, bu bedelleri belirli makam ve hizmetler için farklı miktarlarda tespit etmeye Maliye Bakanı yetkilidir.” İşte Diyanet İşleri Başkanına bu maddeye dayanarak 1 milyon liralık araç alındı.

Diyanetin Başkanı, kamuoyundaki tepkilere dayanamayıp ibret-i alem için geri vereceğini söyledi ama Devletin başı, nasıl geri verirsin sen daha iyilerine layıksın deyip Cumhurbaşkanlığı’na tahsisli zırhlı makam taşıtlarından birini verdi. Yeni araç öncekinden daha lüks, ortalıkta 4 milyon lira değerinde olduğu söylentileri dolaşıyor. Sonra anlaşıldı ki, bu işi gizli yapmayı düşünmüş ama birileri basına servis ettiği için ortaya çıkmış. Araç cinsinin değiştirilmesi, fiyatının artırılması, tahsis edilmesi işlemleri, Kalkınma ve Maliye Bakanlıkları ile Diyanet işleri Başkanlığı arasında bir dizi yazışmayı gerektiriyor. Nasıl gizleyecekti? Demek ki olabiliyor.

Cumhurbaşkanının araç tahsis etmek gibi yetkisi yok. Nasıl olsa sorumlu da değil. Emir veriyor yapıyorlar. Bu konudaki sorun yalnızca yetkiyle sınırlı da değil: tahsis ettiklerine göre gereğinden fazla makam aracı almışlar. Birçok kamu hizmeti parasızlıktan yapılamazken, neden gereksiz yere araç alıp milyonlarca lira harcadıklarının ve bunun bütçe ilkeleriyle ne denli bağdaştığının hesabını birileri vermek zorunda.

Konunun asıl muhatapları olan Kalkınma Bakanı ile Diyanet İşleri Başkanı bu konuda hiç konuşmadı. Savunma Bakanı, üstüne vazifeymiş gibi ortaya çıkıp, uçak da alınsa yeridir gibi bir söz etti. Maliye Bakanı ise taşıtlara ödenen paralar okyanusta bir damla bile değil deyip işleri karıştırdı. Üstelik bütçeye yükü konusunda verdiği bilgiler de doğru değil. Geçtiğimiz yıl taşıtlar için 3 milyar 300 milyon lira harcandığını söyledi ama bu tutarın içinde kamunun araç envanterini oluşturan 96 bin 500 aracın satın alma bedeli yer almıyor. O araçlar gökten inmedi. Bu araçların Taşıt Yasasına göre 5 yılda bir yenilendiğini burada anımsatmakta yarar var.

Kamuya taşıt alınmasının ihalelerdeki yolsuzlukları ilgilendiren bir boyutu daha var. 2015 yılında Genel; Özel; Düzenleyici ve Denetleyici Kurum Bütçelerinden toplam 8.429 araç alınması öngörülüyor. Bu araçların 1.468 adedinin finansman kaynağı sütununda hibe yazıyor. Hemen hayırsever vatandaşlar gelmesin aklınıza; araçları devletten iş alan yükleniciler hibe ediyor. Ceplerinden ödediklerini düşünmeyin. Bir biçimde hakedişlere yansıtıldığı herkesçe bilinen bir sır.