Cumhurbaşkanı suç işlerse

Bu ülkenin Cumhurbaşkanları yalnızca vatana ihanet suçundan mı yargılanabilir? Vatana ihanet suçu ne demektir, kim karar verir, hangi yasada tanımlanmıştır ve cezası nedir? Danışmanına kızar da kafasına vazoyu geçirip adamı hastanelik ederse, vatana ihanet değil deyip geçilir mi, yoksa göreviyle ilgili olmayan bu eyleminden ötürü yargılanabilir mi? Yargılanabilir deniyorsa Makamın saygınlığına gölge düşürmemek için görevinin bitmesi mi beklenmelidir? Kafası kırılan danışmanların sayısı her gün artıyorsa ne gibi önlemler alınmalıdır?

Bu ve benzeri sorular yıllardır tartışılır durur.

Yukarıdaki sorulardan yola çıkarak kısa bir değerlendirme yapalım:

Anayasanın 105. Maddesinde; “Cumhurbaşkanı vatana ihanetten dolayı, TBMM üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır” kuralı yer almaktadır. TBMM İç Tüzüğünün 114. Maddesine göre ise hangi ceza maddesine dayandırıldığı ve ne nedenle vatana ihanet sayılması gerektiği önergede belirtilmek zorundadır. Bu koşullar gerçekleştirildiğinde Dosya yüce divan sıfatıyla yargılaması için Anayasa Mahkemesine gönderilir.

Anayasanın 38. Maddesinde, yasaların suç saymadığı bir eylemden ötürü kimse cezalandırılamaz denilmektedir. Bu kurala göre bir kişinin suçlandırılabilmesi için, suçun unsurları yasalarda açıkça tanımlanmış olmalıdır. Oysa hiçbir yasada vatana ihanet adı verilen bir suç tanımına ve bu suç için öngörülmüş bir cezaya rastlanmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin böyle bir davayı görebilmesi için önce “vatana ihanet” suçu yaratması, sonra bu suçun unsurlarını belirlemesi ve bu kuralları dikkate alarak eylemin vatana ihanet olup olmadığına karar vermesi gerekmektedir ki; kendisine böyle bir yetki tanınmamıştır. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesinin cumhurbaşkanını aklamaktan başka çaresi olmadığını öne süren görüşün haksız olduğunu söylemek çok zordur.

Cezalandırılabileceği düşünülse bile vatana ihanetle suçlanan bir cumhurbaşkanın görevde kalmasının önünde yasal bir engel bulunmamaktadır.

Cumhurbaşkanlarının yargılanması için konulduğunu sandığımız bir Anayasaya kuralı aslında yargılanmasını önleyici bir işlev görmekte, söz ve davranışlarıyla savaşa yol açan ya da gizli kalması gereken bilgileri başka ülkelere satan bir cumhurbaşkanının cezalandırılamamasına yol açmaktadır.

Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından ötürü yargılanmalarının önünde ise engel yoktur ve hukukçuların üzerinde anlaştıkları tek konu da budur. Ancak dokunulmazlığının olup olmadığı konusunda oydaşma yoktur. Bu konu önemlidir çünkü görevleri sürerken mi yoksa bittikten sonra mı yargılanacakları dokunulmazlıklarının olup olmadığına göre belirlenecektir.

Anayasa ve yasalarda Cumhurbaşkanlarının dokunulmazlığına ilişkin bir kural yer almamaktadır. Unutulmuş olamaz çünkü 12 Eylül Cuntacıları Anayasaya koydukları Geçici 2. Madde ile Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin de milletvekillerinde tanınan dokunulmazlıklardan yararlanmalarını öngörmüşler ama nedense sonraki cumhurbaşkanlarına dokunulmazlık tanıyan bir kural koymamışlardır.

Hukukçular dokunulmazlık konusunda ikiye ayrılmış gibidir. Bir bölümü milletvekillerine ve üstelik dışarıdan atanan bakanlara bile tanınan bir yetkinin cumhurbaşkanına tanınmamış olmasının düşünülemeyeceğini, Anayasada boşluk olduğunu ve onların da dokunulmazlıkları olduğunun kabul edilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Bu görüşte olanlar, Makamın saygınlığının zedeleneceği kaygısı taşımaktadırlar. Oysa makamın saygınlığının zedelenip zedelenmeyeceği yargılanmakla değil, yargılanmaya yol açan eylemle ilişkilidir ve günün birinde makamın o günlerdeki sahibine karşı da korunması gerekebileceği, dikkatlerden kaçmamalıdır.

Hukukçuların bir bölümü ise Anayasada boşluk olduğu savını reddetmekte; kamu alanındaki tüm yetkilerin verilmiş yetkiler olduğunu, kamu hukukunda kıyas yoluyla yorum yapılamayacağını söyleyerek yukarıdaki görüşe karşı çıkmaktadırlar.

Hukukçular bu konuda anlaşamamaktadırlar. Sorunun yargısal içtihatla çözümlenebilmesi fırsatı da kaçırılmıştır. Kamuoyunda kayıp trilyon olarak bilinen davada Refah Partisi yöneticileri sahtecilik suçundan yargılanmış ve ceza almışlardı. Abdullah Gül o dönemde milletvekili olduğu için yargılanamamıştı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı takipsizlik kararı vermiş, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi takipsizlik kararını kaldırmış;  Adalet Bakanlığı Yargıtay’a başvurmuştu. Yargıtay, yerel Mahkemenin kararını başvuran kişinin yetkisizliği gerekçesiyle değil de dokunulmazlık konusuna girerek çözmüş olsaydı hiç olmazsa elimizde bir yargısal içtihat olurdu.

Son söz: Yalnızca krallar suç işlemez ve bu nedenle de yargılanmazlar. Ne yazık ki Türkiye’de buna benzer bir durum vardır. Cumhurbaşkanı yasalarla örülen dehlizlerde öylesine korunmuştur ki yargılanmaları neredeyse olanaksızdır.