Çokuluslu şirketlerin ağındaki Türkiye

Kemal Derviş’in bir kurtarıcı olarak ülkeye çağırılıp Ecevit’in Başkanlığındaki üçlü koalisyon hükümetine dördüncü ortak olarak girmesi sonrasında, ülkenin uluslararası sermayeye pazarlanması süreci ivme kazanmıştır.

Bu süreçte, “güçlü ekonomiye geçiş programı” adı verilerek süslenen IMF niyet mektubundaki vaatlerin gerçekleştirilmesini amaçlayan çok sayıda yasa yürürlüğe girmiş, daha sonraki yıllarda yapılacak değişikliklerin hazırlanmasına ilişkin ilkeler belirlenmiştir.

Uyulacak ilkeler, “Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu” adlı bir kurulun yapılandırıldığı 11.12.2001 tarihli Bakanlar Kurulu Prensip Kararı adını taşıyan bir belgede yazılıdır.

Bu Kurul, ülkenin dönüştürülmesi sürecinde yürürlüğe konulan yasalar ve yönetsel ka-rarların hazırlanmasında önemli işlev görmüştür. TOBB Başkan Yardımcısı Koordinasyon Kurulu’nun Ocak/2012 ayında yapılan toplantısındaki konuşmasında gerçekleştirilenlerin önemine işaret ederek “bu başarıların elde edilmesinde kamu ve özel sektörün ortak dili konuşmasının son derece etkili olduğunu…” belirtmiştir.

Koordinasyon Kurulunun yasal ve yönetsel düzenlemeler yapma yetkisi bulunmadığı için kamuoyunun dikkatini çekmemiştir. Dikkat çekmeyişinin elbette başka nedenleri de vardır: Bunlardan birisi teknik bir metin oluşu ise öteki de Kuruluşunu düzenleyen belgenin, yasal bir nitelik taşımaması ve bu nedenle de Resmi Gazetede yayımlanmamasıdır. Oysa bu belge ile Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu ve altında görev yapacak 9 teknik komite kurulmuş, komite sayısı Abdullah Gül hükümeti döneminde 10’a çıkarılmış ve bu bürokratik oluşuma, ülkenin geleceğine ilişkin dönüşümlerin hazırlanması görevi verilmiştir.

Bu Kurulda, çeşitli bakanlıkların müsteşarları ile TÜSİAD, TOBB, YASED, TİM gibi kuruluşların başkanları üye olarak yer almaktadır. Bu Kurula bağlı olarak çalışan teknik komiteler ise ilgili kurum ve kuruluşların karar almaya yetkili personeli ile akademisyenler ve özel sektör kuruluşlarının üst düzey yetkililerinden oluşturulmuştur. Her bir teknik komite Prensip Kararındaki sözlerle: “Özel sektör gereksinimlerini ve hükümetin politik hedeflerini göz önünde bulundurarak, belirlenen engelleri aşmak için somut öneriler ve stratejiler geliştirecektir.”

2001 yılında imzalanan Bakanlar Kurulu Prensip Kararıyla belirlenen yapılacaklar listesi kamuoyuna yeterince tanıtılabilse idi, belki de Dünya Bankasının bir bürokratı olan Kemal Derviş, bir kurtarıcı olarak karşılanmak bir yana, halkın tepkisiyle karşılaşacaktı.

Sözü edilen belgede sözgelişi “Kamu hizmeti zihniyetinin ve kamu görevlileri tavrının değişmesi…” “Tarım ve Köyişleri Bakanlığında devam eden sürece hız kazandırılarak yetkinin merkezden taşra teşkilatına transferi….” “Madencilik lisans verme sürecinin gözden geçirilmesi…” “M. Emlak Genel Müdürlüğünün güçlendirilmesi yoluyla kamu arazilerinin satışının teşvik edilmesi,…” “6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasasının Türkiye’deki yatırım ortamının liberal niteliğini yansıtacak daha uygun bir yasa ile değiştirilmesi…” “Reform politikalarının, özel sektör kaygılarını yansıtabilmesi ve onlara çözüm sunabilmesi…” gibi değişiklikler öngörülmüştü.

Bütün bu öngörülenlerin 2001-2011 yıllarını kapsayan 10 yıl içinde gerçekleştirildiğini biliyoruz: Devletin işletmeci gibi davranacağı bir ortam oluşturuldu, her şey piyasalaştırıldı ve kamu hizmeti zihniyeti ortadan kaldırıldı. Vatandaş kavramı yerini müşteri kavramına bıraktı. Performansa dayalı ücret ve güvencesiz bir çalışma yöntemi olan sözleşmelilik yaygınlaştırılarak, kamu görevlileri kapıkulu yapıldı ve böylelikle tavırlarının değişmesi sağlandı. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, bütün araç–gereç, taşınmazları ve personeliyle birlikte 81 il özel idaresine devredildi. Milli Emlak Genel Müdürlüğü ise 2010 yılı Stratejik Planında, satış hedeflerini %25 aştıklarını belirterek övünüyor. Yenilenen Maden Yasasıyla ülke yağmaya açıldı. Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası liberal bir anlayışla değiştirildi daha etkin desteklenmesi sağlandı.

Kısacası Raporda da belirtildiği üzere, yasalar ve ikincil düzenlemeler, özel sektör kaygılarını giderecek bir anlayışla bütünüyle değiştirildi.

Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu, 16.1.2012 tarihinde çıkarılan Bakanlar Kurulu Prensip Kararıyla yeniden biçimlendirildi. Yatırım Danışma Konseyi adlı bir kurul oluşturularak, üye bileşiminde çok uluslu şirketlerin üst düzey temsilcilerinin de yer alması sağlandı. Kararda bunun amacı “yatırım ortamının iyileştirilmesi çalışmalarına uluslararası bir bakış açısı kazandırılması.” sözleriyle açıklanıyor. Anlaşılan o ki, ülke pazarlanırken gözden kaçanlar olmasın diye bir de uluslararası sermayenin gözlüğü ile bakılacak.

Tayyip Erdoğan’ın kamuoyu önünde söylediklerini bir yana bırakalım. Ocak 2012 tari-hinde yenilenen Bakanlar Kurulu Prensip Kararına göre AKP’nin gündeminde şunlar var:

İşgücünün işveren üzerindeki yükü azaltılacak, işgücü piyasasının esnekliği artırılacak. Yatırımlara hazır yer sağlanacak. Bunun için gerekirse özel mülkiyetteki taşınmazlar kamulaştırılacak. Teknoloji geliştirme bölgeleri ve mera alanları, ÇED, çevre ve imar izinleri gibi konularda yatırımcıların yaşadıkları sorunlar giderilecek, bu amaçla kamu taşınmazları envanteri coğrafi bilgi sistemine aktarılacak. Bu arada yeni bir yargı reformunun da müjdesi veriliyor: İhtisas mahkemeleri yaygınlaştırılacak, arabuluculuk faaliyetleri, tahkim gibi yatırım ortamı ile ilgili kurallar yeniden gözden geçirilecek. Ulusal ve uluslararası yatırımcıların karşılaştığı yapısal, yasal, idari ve bürokratik sorunlar belirlenerek, bunlara çözüm üretilecek. Bunlar yapıldığında ülkenin rekabet gücü artacakmış.

Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu’nun çok yoğun bir faaliyet içinde olduğu anlaşılıyor. Kurulun web sitesinde, 2010 yılında 1 genel, 3 yönlendirme, 52 teknik komite toplantısı gerçekleştirilerek 26 eylemin tamamlandığı, bunun gerektirdiği mevzuat düzenlemelerinin yapıldığı “mevzuat düzenlemelerinin yanı sıra, özelleştirme projelerinin Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı tarafından yabancı yatırımcılara sunulması için yatırım envanteri oluşturulması” amacıyla idari tedbirler alındığı belirtiliyor.

Yukarıda sözü edilen Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı ise, ülkenin pazarlanmasında önemli işlevi olan kuruluşlardan bir başkası. Web sitesinde yayımlanan Ağustos 2010 tarihli Raporda, Türkiye’ye gelirlerse ülke kaynaklarına nasıl rahatça el koyabilecekleri açıklanıyor.

Rapora göre Türkiye’nin işgücü konusundaki avantajları şunlar: “Azalan reel birim ücretle birlikte artan çalışan verimliliği….Avrupa’daki en uzun çalışma süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran (haftada 53,2) çalışma saati ve çalışan başına yıllık ortalama 4.6 gün hastalık izni)". Bu sözlerden Sendikalar Yasasının neden gündeme getirildiği çok net olarak anlaşılıyor. Bu Raporda şu sözler de ayrıca ilgi çekiyor “Yabancı yatırımcılar için Türkiye’de taşınmaz mal veya hak elde edebilme özgürlüğü” “ Türkiye’de yabancı yatırımcılar tarafından elde edilen kârların yurt dışına çıkarılabilmesi konusunda özgürlük.” Bu sözler görüldüğü gibi, bir saptama olmanın yanısıra AKP’nin özgürlük anlayışının da itirafı olarak anlam taşıyor.

Toplumda sağlık hizmetlerinde iyileştirme yapıldığı konusunda bir algı oluşturuldu. Raporda yer alan bilgiler, bu algının aldatmaca ile sağlandığını gösteriyor.

Raporda sağlık hizmetlerindeki kamu payının azaltılması, öncelikli hedefler arasında yer alıyor. Birçok uluslararası şirketin Türkiye’nin doymamış yurt içi pazarından yararlanmak için ülkede üretim üsleri kurduğunun belirtiliyor ve çokuluslu şirketlere deniyor ki bugün için sağlık harcamalarının düşük olması sizi yanıltmasın, artma eğilimi içinde, üstelik “devlet sağlıkla ilgili kamu harcamalarını sınırlandırmayı başarılamazsa” (italik sözcükler Rapordan aynen alınmıştır) daha da artabilir.

Bugün siyaset yapma, güzel sözler etme ve karşısındakine “giydirme” yarışına dönüşmüş durumda. Başbakan dün yapılan AKP Grup Toplantısında, Devlet Bahçeli’nin dört işlemi bilebileceğini Kılıçdaroğlu’nun ise hesap uzmanı olduğu için matematikten hiç anlamadığını söylüyordu.

Siyasete düzey kazandırmak zorundayız. Ülke güzel sözlerle değil, yasal ve yönetsel düzenlemeler ve uygulamalarla biçimlendirilmekte/yönetilmektedir. Toplumun dikkatini, ne denli teknik olursa olsun, bu metinler üzerinde yoğunlaşmasını sağlamalıyız.