Biz işimize bakalım

Davutoğlu, 1 Kasım seçim sonuçlarını; “Bugün eski Türkiye'nin karanlığı ile yeni Türkiye'nin aydınlığı arasında seçim yaptık. Eski Türkiye bugün yerin 7 kat altına gömülmüştür. (…) O sandıklara sadece eski Türkiye’nin partileri değil, zihniyeti, kaosu, şiddeti, terörü, istikrarsızlığı gömüldü” sözleriyle yorumladı.

Yıllardır bunu anlatmaya çalıştık. AKP ve düzen muhalefetinin elbirliği ile Cumhuriyetin bitirildiğini ve bir başka cumhuriyet kotarılmaya çalışıldığını söyleyip durduk. İşte bunun için, Sosyalist Türkiye diye dayatıyorduk.

Türkiye Cumhuriyetinin yıkıldığı üstelik hiç çekinilmeksizin artık “en yetkili ağızlardan” söylenmeye başladı. Türkiye artık bir devlet olmaktan çok, AKP’nin biçimlendirmeye çalıştığı kimliği belirsiz bir organizasyona benziyor.

Bunu, AKP’lilerin söylemlerinden çok net olarak anlayabiliyoruz. Davutoğlu; “AK Parti milletin zihni, milletin yüreği, milletin ta kendisi olmuştur” sözleriyle parti-devlet olduklarını vurguluyor; balkon konuşmasında AKP genel merkezini “Türkiye’nin genel merkezi” gibi gördüğünü söylüyor.

Davutoğlu’na göre halk, “AKP’ye oy verenler” ve “AKP’ye oy verecek olanlar” olmak üzere ikiye ayrılıyor. AKP’nin, istikrar ve demokrasiyi korumadaki kararlılığını görenler, oylarını zaten AKP’ye vermiş. Henüz görmeyenler ise zamanla yola gelirmiş.

İstikrar, sermayeyi deliğinden çıkaracak sihirli bir sözcük. TÜSİAD, seçimler sonrasında istikrar uğruna, AKP ile uzlaşmaya açık olduğunu söylemeye başladı ve 2015 yılında yitirilen 5 ayın peşine düştü. Doğan Grubu da, gelecekteki 4 yılı düşünüp yeni bir yol haritası belirlediğinin işaretlerini verdi.

Çıkar düzeninin sürmesi anlamına gelen istikrar kavramını bir yana bırakırsak halkın hukuk, adalet şefkat gibi özlemler güderek AKP’ye oy vermediği kesin.

AKP’nin oy oranı, 2011 yılından bugüne yapılan genel, yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -7 Haziranı dışarıda tutarsak- % 45-52 aralığında salındı. Haziran’da 10 puan birden düşerek tek başına iktidar olma gücünü yitirmesi, birçok kişiyi heyecanlandırmıştı ama bu başarıya, toplumdaki örgütlülüğün; direncin ve kararlılığın sonucunda ulaşılmadığı ortaya çıktı. Oylar tutulamadı ve AKP Davutoğlu’nun sözleriyle; “5 ayda 4,5 milyon vatandaşın gönlüne” girdi.

Bunda korkunun payı elbette çok. Haziran-Ekim arasında ülkeyi korku tüneline soktular ve AKP iktidar olmazsa insanların başlarına neler geleceğini uygulamalı olarak gösterdiler.

Ancak,  AKP’nin sandıktaki “başarılarını” yalnızca yarattıkları korku ortamına bağlamak doğru değil. Kamu ihalelerinin dağıtılması/paylaştırılması bir anlamda oy makinesi işlevi görüyor. Milyarlık ihalelerden söz etmiyorum. Onları zaten İktidarla bütünleşenler paylaşıyor.

Küçük tutarlı ihaleler, iktidarın güç ve etkisinin toplumun kılcal damarlarına değin girmesini sağlıyor. İhale Yasalarında, göreli olarak küçük olduğu için kuralları esnek tutulan pazarlık ve doğrudan temin gibi,  satın alma yöntemleri tanımlanıyor. Bu yöntemle yerel politikacılar ve iktidarın bürokratları her yıl, yüz bini aşkın esnaf ve tüccardan milyarlarca lira tutarında mal ve hizmet alıyor. Her kim iktidar olmuşsa, bu kaynaktan besleniyor.

Dış dinamikleri unutmayalım. Uluslararası platformlarda, AKP’nin eleştirildiğine tanık oluyoruz ama kapalı kapılar ardında neler döndüğünü bilemiyoruz. Bir tek şurası kesin: birileri AKP’yi besliyor. Ülkenin satılacak şeyleri olduğu sürece uluslararası tekeller gerekli kolaylığı gösteriyorlar. Ortalıkta; “net hata ve noksan” adı verilen, kaynağı belirsiz ve seçim dönemlerinde tutarları artan, milyarlarca dolar dolaşıp duruyor. Tüketici kartları ile de sanal bir refah ortamı sağlanabiliyor. Böylelikle yaşanan krizin Türkiye’de hissedilmesi erteleniyor.

Meclis aritmetiği 2011 düzeyine geldi. Alınan oy oranı dosta düşmana gösterilecek düzeyde. Sıra, halkın verdiği yetkiyi ülkenin biçimlendirmesinde kullanmaya geldi: Milli iradenin isteklerini birer birer gerçekleştirecekler.

Önce Anayasaya el atacaklarını söylüyorlar. Ülke 12 Eylül Anayasasını taşıyamıyormuş artık. Oysa ortada 12 Eylüle mal edilebilecek bir anayasa kalmadı. Üçte ikisi, üstelik çoğu AKP döneminde olmak üzere, değiştirildi.

AKP’nin Anayasayı referanduma götürebilmek için 13; doğrudan kabul edilmesini sağlamak için 63 oy eksiği var. 276’nın üzerinde milletvekili kazandıkları için yasa yaparken oya gereksinmeleri yok. Muhalefetteki bütün partiler, özgürlük vesaire gibi değişiklikleri destekleyeceklerini söylüyor. Bundan da anlaşılıyor ki hiçbiri AKP’den umudunu kesmemiş. Hala demokrasi, özgürlük filan bekliyor. Böyle olunca da AKP, duruma göre, istediği partiden 13 oy eksiğini devşirir.

Başkanlık, gelir mi gelmez mi? şimdiden kestirebilmek olanağı yok. Çok tepki alırlarsa, başka ödünler isteyip, başkanlık sisteminden vazgeçerler. Bu ayak oyunu da bize başarı olarak anlatılır.

Anayasada, daha önceleri çeşitli nedenlerle değiştiremedikleri birçok madde var. Sözgelişi, Anayasa Mahkemesine yeniden yorumlatılmış olsa da laiklik maddesinin, Anayasada duruyor olması, sıkıntı yaratıyor. Bu ilkeyi kaldıramazlar ama öyle bir tanım yaparlar ki; hiçbir yasal değişiklik laiklik ilkesine aykırı olamaz. Davutoğlu; “yerli ve milli bir Anayasa” yapacaklarından söz etmesine bakılırsa böyle düşünüyorlar. Öyle ya: Anayasada laikliğin uygulamasına ilişkin katı kurallar yer alırsa milletin milli ve manevi duyguları zedelenir.

Söylediklerine göre, bürokrasi, yargı, şehirlerin yeniden biçimlendirilmesi, imar kuralları… gibi bir çok konuda dipli köşeli temizliğe girişecekler. Çevre konusunda bürokrasi ve yargı ile bütün sorunları giderilemedi. Bu nedenle de bürokrasinin siyasete ayak bağı olduğunu düşünüyorlar. Çalışma yaşamını ağızlarının tadıyla kuralsızlaştıramadılar. AKP’nin önünde bu ve buna benzer çok sayıda sıkıntı var. Bunları giderdiklerinde milli irade tecelli etmiş olacak.

Peki, Majestelerinin (düzenin) muhalefet partileri ne yapmayı düşünüyor dersiniz. Söylemlerine bakılırsa, bugüne kadar ne yaptılarsa onu yapmaya devam edecekler. Söz konusu sistemin işlemesinin sürdürülmesi olduğunda akan sular duruyor. Mecliste gücümüz yetmiyor deyip oturacaklar. HDP’nin kilidinin ise “çözüm süreci” adlı sihirli bir sözcük aracılığıyla kolaylıkla açılabildiğini herkes biliyor.

Türkiye’yi batıran ile kurtarıcı bellediklerimiz sanki el ele el ele vermiş ülkeyi bir yerlere taşıyorlar: yoksa oyuna mı gelindi?

Neyse, işimiz çok, bunlarla oyalanmayalım.