AOÇ’nin öyküsünde Türkiye Cumhuriyetini okumak

Atatürk Orman Çiftliğinin (AOÇ), topraklarının nasıl yönetildiğini Devlet Denetleme Kurulu üyesi olarak 2002 yılında denetlediğim için, anlatacağım öykünün hayal mahsulü olmayıp bütünüyle bilgi ve belgelere dayandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu konuda hiç kuşkunuz olmasın. Başlıkta sözünü ettiğim AOÇ’nin başına gelenlerle Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılından 2000’li yıllara uzanan serüveni arasında benzerlikler kurmayı ise okuyucuya bıraktım. Bu konuda okuyucunun zorlanmayacağını umuyorum.

Bu yazıyı yazmamın bir başka nedeni daha var: Bugünlerde AOÇ topraklarının yağmalanmasına karşı toplumsal bir duyarlılık gelişiyor. Direnenlere selam göndermek, küçük de olsa bir katkı sunmak istiyorum.

Öyküye, Atatürk, Orman ve Çiftlik sözcüklerinin anlamına dikkat çekerek başlamalıyım.

Atatürk sözcüğü bir mülkiyeti anlatıyor. Atatürk 1925 yılında kurduğu Çiftliği, ölümünden birkaç ay önce vasiyeti doğrultusunda yönetilmek ve geliştirilmek üzere Devlete emanet etmişti. Bugün gelinen noktada bütün güçlerin Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetinin gerçekleştirilmesi amacına seferber edildiği görülmektedir ve Atatürk’ün vasiyeti, moda deyimle “out” durumdadır.

Ankara’nın başkent yapılması, Osmanlı İmparatorluğu’nun uluslar arası meşruiyetine karşı yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bir güç gösterisidir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yabancı elçilikler Ankara’da yalnızca birer temsilci bulundurmakla yetiniyor, yaşayıp yaşamayacağı belirsiz bir ülkenin başkent olarak belirlediği bir kente taşınmak istemiyorlardı. Bu direncin kırılması, özellikle batı ülkelerinin yeni ve çağdaş bir ülkeyle karşı karşıya olduklarına ikna edilmesi gerekiyordu. O dönemde yayımlanmış Çiftlik fotoğraflarına bakarsanız güzel mekânlarda oturan, havuzlarında yüzen çağdaş, modern insan tiplemeleri görürsünüz.

Biliyorsunuz günümüzde böyle bir imaja gerek duyulmuyor, Osmanlı vurgusu öne çıkıyor ve Ankara bütünüyle terk edilmiyor ama Cumhurbaşkanı Huber Köşkünde, Başbakan ise Dolmabahçe Sarayında türbanlı eşleriyle resmi davetler düzenliyor.

Orman sözcüğüne gelelim: Türkiye’nin %25’i ormanlık alandır. AOÇ topraklarının ise yalnızca %15’i ağaçlandırılabilmiştir. Yani, Türkiye ortalamasının altında bir bitki dokusuna sahiptir.

Çiftlik sözcüğü ise tarımsal üretimin yapıldığı bir organizasyonun adıdır. AOÇ için bu sözcük, özlemden öte anlam taşımamaktadır. Bugün AOÇ’de ne besicilik ne de tarım yapılmaktadır. Piyasadan toplanan süt ve üzümlerin, türevlerine dönüştürülüp satılmasıyla yetinilmektedir.

AOÇ, 1938 yılından başlayan bir süreçte adım adım küçültülmüş, dokusu bozulmuş, parçalanarak bütünlüğü yok edilmiştir.

Çiftliğin bırakın topraklarını, tapularına bile sahip çıkılamamış, bir bölümü 1970’li yıllarda İstanbul’daki bir sahafta rastlantıyla bulunmuştur. Ne kadarının bulunabildiği ise belirsizdir. AOÇ’nin başlangıçtaki toprak büyüklüğünün net olarak ortaya konulabilmesine yarayacak bütün belgeler, garip bir biçimde Devlet arşivlerinden yok olmuştur.

Atatürk’ün vasiyetiyle devlete devredildikten sonra ne büyüklükte toprağının satılmış olduğu konusundaki bilgiler bile doğru değildir. AOÇ’nin kayıtlarında 19.000 dönüm gözükmektedir. Ama tapu kayıtları üzerinde yaptığımız inceleme sonucunda 22.000 dönüm toprağın satıldığı görülmüştür.

1950 yılında çıkarılan bir yasayla Çiftlik topraklarının izin veren özel bir yasa çıkarılmaksızın satılması yasaklanmış, böylelikle korunmaya çalışıldığı izlenimi oluşturulmuştur. Ancak 1954-1959 yılları arasında çıkarılan 5 ayrı Yasa ile 7.075.000 dönüm toprak satılması izni alınmasına karşın 1.280.863 dönüm fazlasıyla 8.365.467 dönüm toprak satılmıştır. Yani TBMM dolanılmıştır.

Özel yasa çıkarılması zorunluluğu, çeşitli kurnazlıklarla da aşılmaktadır. Sözgelişi imar planları yapılırken teknik zorunluluk olmamasına karşın 434 dönüm toprağı şuyulandırılmış ve 2002 yılına değin 42 dönüm toprağı yargı kararlarıyla satılmıştır.

Bütün bu satışlardan sonra AOÇ’nin 2002 yılındaki bilgilere göre 33.089 dekar toprağı bulunmaktadır. 30 dönüm toprağı, üstelik çoğu kamu kuruluşlarınca, yıllar önce işgal edilmiştir. Koruma Kurulunca 1. Derece doğal ve tarihi sit olarak belirlenmesine karşın 34 yapı Kurul onayı ve bilgisi olmaksızın yapılmıştır.

AOÇ topraklarına 1978 yılında inşaat artığı dökülmesine izin verilmeye başlanılmıştır. AOÇ’nin 1996-2002/Mayıs ayları arasındaki muhasebe kayıtlarının incelenmesiyle 6,5 yıl içinde Bayındır Barajının göl havzasının 1,5 katı büyüklüğünde kazı atıkları döküldüğü ortaya çıkmaktadır. Yani Çiftlik çöplük olarak kullanılmıştır.

Biliyorsunuz Alpaslan Türkeş’in mezarı da AOÇ toprakları üzerindedir. Gömüldükten sonra Resmi Gazete’de yayımlanmayan, yani halktan gizlenen bir Bakanlar Kurulu Kararı ile yasaya aykırı olan bu fiili durum meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

AKP İktidarı yaptığı yağmaların anlaşılmasını önlemek için bir başka yöntem geliştirmiş kentsel dönüşümün sınırlarını belirleyen krokinin AOÇ toprağını da kapsadığını gizlemiştir.

Hayvanat Bahçesi, üstelik sınırları ve büyüklüğü bile belirlenmeksizin Ankara Büyükşehir Belediyesine bırakılmış, Çiftliği yönetme yetkisi parçalanmıştır.

Kuruluş yıllarında AOÇ toprakları üzerinde ülke sanayinin geliştirilmesi amacıyla çeşitli sanayi kuruluşları kurulmuştu. Bir zamanlar uçak fabrikası olduğunu kimse anımsamaz bile. Bugün AOÇ toprak bütünlüğü içinde bulunan çimento, fişek, traktör fabrikaları ile Tekel İşletmesi, yabancı tekellerin elindedir ve bunlar Çiftlik içinde özel mülkiyet adacıkları oluşturmaktadır.

AOÇ toprakları kira adı verilen yöntemlerle de küçültülmekte, dokusu bozulmakta, halka kapalı alanlar oluşturulmaktadır.

Çiftliğin 2.000 dönüm toprağı enerji nakil hattı, karayolu, demiryolu gibi kentin teknik altyapısı gereksinmesi için 544 Dönüm toprağı, kamu kurumlarının hizmet binaları ya da sosyal tesisleri için 507 dönüm toprağı, garaj, depo, benzinlik amacıyla kullanılmak üzere kiraya verilmiştir.

Kamu kurumlarının özel kuruluşlara kiralamak amacıyla kiraladıkları örneklerle bile karşılaşılmaktadır. Sözgelişi Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Çiftlik topraklarını iki spor kulübüne kiraya vermek amacıyla kiralamıştır. Bugün Çiftlik toprakları içinde bu spor kulüplerinin devasa yapıları yükselmektedir. Bunlar kalıcılaştırılmıştır.

Şehirlerarası otogarın (AŞTİ) yapılması kararı AOÇ topraklarına vurulmuş bir başka darbedir. AOÇ yönetimi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi arasında kâr paylaşımına dayanan bir sözleşme imzalanmıştır. Sözleşmede AOÇ’nin 352 dönüm toprağı üzerine AŞTİ yapılması ve gelirin eşit paylaşılması öngörülmüştür. Otogar açıldıktan hemen sonra ortaklık anlaşması, kira sözleşmesine dönüştürülmüş, böylelikle 352 dönüm toprağını yitiren AOÇ yönetiminin katılmasının sağlandığı bu yağmadan yararlanması bile önlenmiştir.

Kent hızla batıya doğru genişlemektedir. Çiftlik, bugün kentin orta yerinde kalmıştır ve bu özelliği nedeniyle sermayenin iştahını kabartmaktadır.

Geçtiğimi yıl AOÇ’nin sit derecesi 3’e düşürülmüştür. 1. Derece Doğal ve Tarihi sit olduğu dönemde bile korunamayan AOÇ’nin 3. Dereceye düşürülmesi sonrasında korunabilmesine hiç olanak kalmamıştır. Üstelik üzerinde başbakanlık konutu, adalet sarayı gibi yapıların yükseleceği projeler hazırlanmaktadır. Bütün bu yapılar, cazibe oluşturacak ve rant iştahlarının doruğa çıkmasına yol açacak ve AOÇ yalnızca yaşlıların belleklerinde yaşayan bir özlem olarak kalacaktır.

Yazımı bir soru ile bitirmek istiyorum: AOÇ’nin öyküsü ile Türkiye Cumhuriyetinin serüveni benzeşiyor mu?