Akiller

Kadir Sev'in “Akiller” başlıklı yazısı 26 Nisan 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Basında her gün akillerin maceralarını izliyoruz. AKP’nin seçtiği 63 kişi barışı gerçekleştirmek adına ülkeyi adım adım geziyor, toplantılar yapıyor, AKP’nin görüşlerini yaymaya çalışıyorlar.

Sekreteryaları var mı? Toplantı organizasyonunu kimler yapıyor? Giderlerini kimler karşılıyor? Bunlar belirsiz.

Gittikleri yerlerde kimi zaman protestolarla, kimi zaman davul zurnalarla karşılanıyorlar. Dikkatli bir göz her iki tepkinin de milliyetçi öz taşıdığını, protestoların da sevinç gösterilerinin de aynı amaca hizmet verdiğini görüyor.

Akillerin neden akil oldukları bilinmiyor. AKP öyle uygun gördü. Kendilerine sorarsanız “bizi AKP atamadı, önerilenler içinden seçildik” diyorlar ama kimlerce, hangi özellikleri dikkate alınarak önerildikleri ve neden seçildikleri pek anlaşılamıyor. İçlerinde Soros’un Türkiye’deki izleyicileri, cemaat üyeleri, eski solcu yeni liberaller, sinema dünyasının ünlüleri var. KESK Başkanı bile aralarında yer almayı içine sindirebildi. İnançları, söylemleri ve düşünceleri hiçbir zaman ortaklaşmayacak bir yığın insanla vitrin dolduruldu.

Ancak önemli bir sorun var: gittikleri yerlerde ne söyleyeceklerini pek bilemiyorlar. Birinin söylediğini öteki yanlışlıyor. Bari birkaç gün oryantasyon kurslarına gönderilseydiler. Propagandaları daha etkili olurdu.

AKP halka “barış istiyor musunuz” diye sordu. Bu soruya “hayır” yanıtı verecek insan var mıdır? Önemli olan barışın nasıl tanımlandığı ve ulaşmak için ne önerildiği.

Ülke, özellikle son on yıl içinde dünya tekellerinin av alanına dönüştürüldü. Halkın birikimleriyle kurulan KİT’ler satılarak dünya tekellerinin hizmetine sunuldu. Serbestleştirme adı altında kamu hastaneleri, PTT, TCDD gibi kuruluşlar ticarileştirildi. Kamu hizmeti kavramı sözlüklerden silindi. Bunların demokrasiyle hiç ilgisi yok mu? Bu gidişe dur demek için yıllardır mücadele veriliyor. Kendilerine akil unvanı verilenler neredeydiler?

Bir gram altın uğruna topraklarına tonlarca zehir sıkılan bir ülkede yaşıyoruz. Ormanları, tarım toprakları rant uğruna yok ediliyor. “HES yapacağız” diye dereleri kurutuluyor. Köylünün yaşam alanına saldırılıyor. Kentler yaşanır olmaktan çıktı. Ülkede yoksulluk/açlık giderek artıyor. Yoksullar, tarım topraklarından da kentlerin merkezlerinden de sürülüyor. Aç kalmak ya da mafya tetikçisi olmak arasında tercih yapmaya zorlanıyorlar. Halk, yaşam alanlarını korumak için yıllardır mücadele veriyor. Bugüne değin hangi akilden “yapmayın demokrasiye aykırıdır” sözü işittiniz?

Düne kadar tahıl ambarı ve pamuk üreticisi olan ülke, bugün samanı bile dışarıdan alıyor. Hangi akil bu gidişe karşı bir söz söyledi?
Çalışma yaşamı güvencesizlik üzerine kuruluyor. Son on yılda resmi rakamlara göre bile bir milyona yakın iş kazası oldu, 15 bin işçi öldü, 25 bin işçi iş göremez duruma geldi. Bu sayılar savaşın yol açtığı yıkımla karşılaştırılamaz mı?

Ülkede hukuk/adalet kavramı bitirildi. Yargı teslim alındı. Uyduruk belgelerle insanlar yıllarca hapislerde tutuluyor. Adalet, demokrasinin temel ilkesi değil mi?

Aydınlanmanın bütün kazanımları yok ediliyor. Ülke tarikatlar cennetine dönüştürüldü. Dinsel eğitim ilköğretime kadar girdi. Şeyhler, din ulemaları kol geziyor. Laiklik sözde bile kalmadı. Laiklik demokrasinin olmazsa olmaz koşulu değil mi?

Halk yıllardır, demokrasinin yalnızca yerelleşerek gerçekleştirilebileceği yalanıyla aldatılıyor. Kaç akil, cemaatlerin ve tarikatların katkılarıyla yerel egemenlik odaklarının güçlendirildiğini ve ülkenin yerel egemenler aracılığıyla dünya tekellerine sunulmasına çalışıldığının farkında?
Ülkeye barış ve demokrasi getireceklermiş. Barışları da demokrasileri de kendilerinin olsun. Gölge etmesinler yeter.