1 Mayıs'ın çağrıştırdıkları

1 Mayıs, ne yazık ki, beklediğimiz coşkuyla kutlanamadı. Meydanlarda milyonlar, yüz binler yoktu.

Elbette birçok nedeni var. İşleri ile evleri arasında sıkıştırılmış; televizyonları karşısında uyuşturulmuş; toplu taşım araçları, AVM’ler ve camiler dışında toplumsal ilişki kaynakları kurutulmuş insanları harekete geçirebilmek kolay değil.

Hele bir de beyinleri korku, baskı, dinsel dogmalarla doldurulmuşsa; alabildiğince tüketebilsinler diye borçlara boğulmuşlarsa işimiz çok daha zorlaşıyor. Çünkü gerçekleri aramak yerine yalanlara inanmayı tercih ediyorlar. Kandırılmak işlerine geliyor. Çünkü “şu dünyanın dertlerine” daha kolay katlanıyorlar… Kabuklarından çıkmaya cesaretleri yok!

Yukarıdaki sözler yılgınlık değil, durum tespiti anlamına geliyor.

İşimiz, asıl güçlü olanın emekçiler olduğuna onları ikna etmeye çalışmak. Sokağı siyasallaştırmadıkça potansiyel gücün hiçbir işe yaramayacağına inandırmak.

İşimiz zor. Ama zor olduğunu bilerek yola çıktık.

Komünistlerin günü kurtaracak çözümlerle işi olamaz. Düzen partilerinin önümüze serdiği seçeneklerden birini alıp “Başka çare yok… Daha sırası gelmedi …Şimdilik bu kadarla yetinmek zorundayız…” gibi sözlerle dayatmaya kalkarsak, belki olduğumuzdan güçlü görünürüz ama ne geçmişe ne geleceğe hesap verebiliriz.

Dün, TKP üyesi olmaktan bir kez daha onur duydum: Düzen partilerinin ürettiği seçeneklerle boşuna oyalanmayın diye haykırıyordu. Oy avcılığına indirgenmiş siyasetlerin düzen partilerinin işine yarayacağı gerçeğini dile getiriyordu.

Ve kitleselliğiyle, disipliniyle dikkat çekiyordu.

TKP’nin bu uyarıları, seçim sürecine girildiği şu günlerde çok daha değerli.

Ülkeyi tek adam yönetiminden kurtaracak “birini” arıyorlar. Parlamenter sisteme geri döneceği sözü verenlerden en güçlü olanını bulacaklar ve bize işaret edecekler. Oylarımız yeterli sayıya ulaşmışsa; hileyi, hurdayı da önleyebilmişsek, tek adam yönetiminden kurtulacağız.

Masal anlatıyorlar.

Sundukları seçenekler de bir garip. Daha düne kadar kurtulmak için mücadele ettiklerimiz, bu kez karşımıza kurtarıcı olarak çıkarıldı. Üstelik kılık değiştirmeye bile gerek görmüyorlar.

AKP, devlet gücü ve olanaklarını olabildiğince kullanarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Patronların bu duruma pek de itirazları yok. Sonuçta devlet gücü ve olanakları, çıkar olarak kendilerine dönüyor. Dış yatırımcıların gelmesini etkilemiyor olsa OHAL’i kaldır falan da demeyecekler. Onların ilgi alanı para kazanmak.

Çünkü kapitalizm havasızlıktan değil parasızlıktan ölür.

İktidarda kalabilmek uğruna neleri göze aldıklarını biliyoruz. Basit bir örneğini önceki gün gördük. Binali Yıldırım, İktidar oldukları 16 yıl boyunca, emekçilerin cumhuriyet dönemindeki elde ettikleri kazanımları ortadan kaldırmak için mücadele vermemiş gibi, üstelik 1 Mayıs’tan bir gün önce, 24 milyar lira ulufe dağıtacakları müjdesini verdi.

Etik boyutu bir yana, Bütçede maaşları bile ödeyecek para yok. Bir şeyler satarak acil giderleri karşılıyorlar.

Büyük bir olasılıkla şeker fabrikalarını seçim rüşvetlerini karşılayabilmek için sattılar. Seçim tarihiyle, şeker fabrikalarının satılmasının aynı günlere rastlaması bu tahmini güçlendiriyor. Ancak verdikleri sözlerin şeker fabrikalarının satılmasıyla karşılanamayacağı görülüyor. Başka alanlara da el atmak zorundalar. İhale açılmasını gerektiren satışlarla hemen para sağlanabilmesi olanaksız. Hazır paraya ihtiyaçları var.

İşsizlik fonundaki 120 milyar liraya iştahla bakıyorlar. Özellikle 2014 yılından bu yana torba yasalara ekledikleri düzenlemelere dayanarak fon bütçesinden patronlara büyük tutarlarda çıkarlar sağladılar. Seçimde kullanmaktan çekineceklerini kimse düşünmesin.

Kapitalizm yalnızca emekçi düşmanı değil. Özünde var olan üretme güdüsü, geliştikçe çılgınlaşıyor. Doğa hızla kirleniyor, canlılık yok oluyor. Kurtulursak, doğa da kurtulacak.

Hiç de gereksinme duymayacağımız, beş para etmez mallarını satın alıyoruz. Taksitlerini ödeyebilmek için patronların kölesi oluyoruz. Kapitalizm yaşasın diye zehir soluyor, zehir içiyoruz.

Kapitalizmle aramızda kan uyuşmazlığı var. Ama her nasılsa insan doğasına en uygun sistem diye yutturulabiliyor.

Başka çareleri yok. Yukarıda da söylemiştik; kapitalizm havasızlıktan değil parasızlıktan ölüyor.