Ulusalcı Dostların Komünist Korkusu!

Televizyonda bir vatandaş “açılımla” ilgili şunları söylüyor: “Hangi hakları yok ki, daha ne istiyorlar?” Kürt göstericileri kast ediyor. Türkiye’de işbirlikçi kesimler zaten bağımsız hareket edemiyor. Kendi başına tutum alanların büyük çoğunluğu da böyle düşünüyor. Sonra iki büyük sorunun, dincilik ve milliyetçiliğin kolay çözümünü bekliyoruz.

20 yıl öncesine dek Kürt olduğunu söylemek cesaret işiydi, üç dört yıl öncesine dek Kürtlerin haklarından bahsetmek bölücülükten hapse atılmayı gerektirirdi. Şimdi Kürt kimliği ifrat boyutunda önde, o ayrı şey. Ama bu bir ilerlemeyse, hak elde etmeyse, o noktaya ne yollarla geldik, sağlıklı değerlendirebiliyor muyuz? MHP’si, CHP’siyle hemen herkes “Kürt vatandaşlarımız” ya da “Kürt kökenli yurttaşlarımız” derken “bölücülük” yapmıyorlarsa, böyle bir gelişmeyi neye borçluyuz?

Önce 1960-1980 arasındaki dönemde sosyalist-devrimci hareketlerin Kürt haklarını gözeten, ama onları sosyalizm perspektifine bağlayan Türk-Kürt kardeşçe mücadelesine. Hangi kökenden olursa olsun, devrimciler bu doğru çizgileri nedeniyle çok bölücülük suçlamalarına maruz kaldılar, fazladan acılar çekip, kayıplar yaşadılar. Ama o sayede Kürtlüğün utanılacak, gizlenecek bir şey olmadığını gösterdiler, edindikleri saygınlık Kürtlük kavramına da saygınlık kazandırdı.

Bir de PKK ve onun legal partileri etmeni. Bu siyasi oluşum hiç sempati hak etmiyor bence, ama gerçeğe gerçek: 12 Eylül darbecilerinin ölüyü bile kışkırtacak saldırılarıyla başlayan süreçte Kürt milliyetçi hareketinin kitle tabanı bulup güçlenmesi, sadece kimlikle ilgili de olsa birtakım söylemlerin kendiliğinden meşruluk kazanmasına yol açtı. Bir yerde bu kimlikleri Kürt milliyetçileri zorla aldılar. Kimse onlara bir şey vermedi, ne devlet, ne iktidar partileri. Biraz emperyalizm desteği, ama bu zaten hep vardı.

Şimdi geldiğimiz noktada ABD’nin ve onun güdümündeki tarikatların Cumhuriyet kazanımlarını yerle bir eden saldırısı altında ulusalcılar, kemalistler ve hatta kimi Türk milliyetçileri bazılarımıza sempatik gelmeye başladılar. Çünkü bir şekilde büyük plana direnç gösteriyorlardı, bir şekilde mağdur durumdaydılar. Vaziyet halen de böyledir. Ama bu sempatiden yararlanarak doğruları saptırmaya çalışmalarına, halkı kandırmalarına ve kendi kendilerini aldatmalarına sessiz kalınabilir mi?

İçinde bulunduğumuz derin siyasi kriz, sadece son dönem AKP iktidarının eseri değildir. Bu tablo temel olarak 1923’den beri uygulanan ve giderek gericileşen politikaların doğal sonucudur. Mustafa Kemal saygıyı, sevgiyi hak eden bir ulusal liderdir kanımca. Ancak kendine sosyalist diyenler nasıl bu kadar gözü kapalı blok Atatürk savunusu içindedir, hayret verici. Biz sosyalistler yeri geldiğinde Lenin’i, Marx’ı da kıyasıya eleştiririz, öylesi gerekir. Fakat nasıl birtakım aydınlarımızın gözünde Mustafa Kemal bu derece eleştirilmez kalabiliyor? Var mıdır siyasette, felsefede, sanatta böyle bir yöntem? “Eleştirisiz Gerçekçilik” mi denmekte buna? Eleştirirsek Cumhuriyet’i yok eden dincilerin “ekmeğine yağ” sürermişiz! Sosyalistler arasında da yaygındır aynı söylem. Kuram tartışmasında biraz derinleştik mi, aman sağcıların ekmeğine yağ sürmeyelim, denir. Kahvaltı sofrasında mıyız?

Mustafa Kemal’e çok şey borçluyuz, ilerici politikaları vardır, olumlu büyük başarıları vardır tam tersi de söz konusudur. ’30’lu yıllara yaklaşıldıkça gerici politikalar ve başarısızlıklar ağır basmıştır. Kürt politikası da bunlardan biridir. Başlangıçtan beri uygulanan şey Kürtleri inkar politikasıdır. Onları toprak ağalarının, aşiretlerin egemenliğine bırakma yordamıdır. Cumhuriyet kapitalist bir projeydi, ama oraya zamanında kapitalizm götürülememiştir. Kürtlerin zamanla asimile edilmesi planlanmıştır, ama bu başarılamamıştır. Bunun için güçlü ekonomi, akılcı bir devlet örgütlenmesi ve sağlam bir kültürel birikim gerek. Senin elinde bunlar yoksa bir halkı nasıl asimile edersin. Feodal dinciliğin önüne nasıl geçersin. O zaman, vur, kır, parçala, sindir.

Ancak bugünden baktığımızda Atatürk’ü de fazla suçlayamayız. Elbette biz sosyalistler onun kapitalizm yolunu değil, sosyalizm yolunun tercih etmesini beklerdik. Mustafa Kemal’in yaptığı şeyleri en az bizim kadar yoksul, üstelik daha kalabalık Çin’de Mao yaptı, çok daha temelli ve kalıcı başarı elde etti. Etnik sorunu en mükemmel şekilde Tito çözdü. Ama oradaki başarılar da eridi. Altta daha derin bir insan problemi bulunmakta. Demem o ki, biz eleştirirken insaflı eleştiririz.

Kemalistler öyle midir ya! Çeşit çeşit kemalist var gerçi. Büyük çoğunluğu sosyalizm düşmanıdır, komünistlere, Marksist fikre karşı insafsızdır. Birçoğu sosyalist görünür hala, ama azcık kazıyın iki şeyden biri çıkar altından: Ya keskin bir milliyetçilik ya liberalizm. Liberalizm, yani düzen içi özgürlük talepçiliği, insan hakçılığı. Her iki çeşidin ortak noktası: Düzen karşıtlığının hayalcilik, dahası bozgunculuk olarak damgalanması.

Mustafa Kemal ve kemalizm konusunu açmamın nedeni teorik tartışma hevesi hiç değil. Atatürk konusundaki bağnazlık ve sosyalizm korkusu bu kesimde özel bir akıl daralmasına yol açmakta. Niyetim ona işaret etmek.

Evet, ulusalcılar orduya sarf ettikleri koruma ve kollama enerjilerinin onda birini sosyalistleri anlama uğraşında harcasalar, ülkede anti-emperyalizm çok daha güçlü hale gelirdi. Açılımla ilgili ve öteki temel meselelerde TKP’nin ciddi çalışmaları yürürken bunun ne anlama geldiğini kavramaya dönük pek yetersiz bir zihinsel çaba görüyoruz. Ertuğrul Özkök dahi farklı seçeneğe kendi üslubuyla bir duygudaşlık girişiminde bulunurken, kemalist kesimde körü körüne bir sol yana bakmama tavrı devam etmekte.

Onca anti-emperyalist tepki, onca ulusalcı söylem içinde dikkat ve rikkat pırıltısı gösteren pek az örneğe rastlıyoruz. Böylesi bağnaz bir bakışla bu dava nasıl başarıya erdirilebilir. Daha ne verelim diyorsunuz ya, komünistleri boş verin, geniş kesimlerin ruh halini birazcık anlama çabası, derim. Bu bizde de eksik ya, sizde yok gibi. Kürtlere ve dindarlara şimdiki gibi seçkinci, dışlayıcı yaklaşırsanız, halkın büyük çoğunluğu niye yaklaşsın sizlere?

Sosyalizm seçeneği memleketi saran belalardan kurtulmanın en gerçekçi ve neredeyse tek yolu. Geçmiş sosyalizmleri beğenmiyorsak düzgününü kurmak zorundayız. En kötü sosyalizm bile şu içinde yaşadığımız sistemden daha iyiyse, batakta debelenmek, Cumhuriyetin ilk yıllarının nostaljisiyle sarhoş olmak niye?