Transkritik

Kapitalizm egemenliğini güçlenerek sürdürüyor. Onun yıkılması gerektiğine inanan bir azınlıksa bu sistemin neden ortadan kaldırılamadığını, sosyalizmin neden kurulamadığını tartışmayı sürdürüyor. Sistem sadece eşitsizlik, adaletsizlik, açlık, yoksulluk ve savaşlara neden olmuyor, dünyayı da beraberinde hızlı bir yıkıma sürüklüyor. Ama ezici insanlık çoğunluğunun onunla bir alıp veremediği yok. Küçücük azınlığımızın dar şapellerinde nerede yanlış yapıldığına kafa patlatıp duruyoruz. Laf aramızda, o küçük şapellerde bulunanların büyük bölümünün de umurunda değil bizim dert ettiklerimiz. .

İşte böyle bir ortamda yeni bir kitap, yeni sayılabilecek bir düşünür çıkageldi. "Transkritik/Kant ve Marx Üzerine" Yazarı Kojin Karatani. Metis yayımladı, 395 sayfa. Değerli dost, yayıncım Ahmet Öz'ün de Cumhuriyet Kitap'ta eser hakkında bir makalesi çıktı. Ahmet Öz'e göre Karatani'nin tezleri gelmiş geçmiş tüm Marksizm tartışmalarına "muhteşem" bir müdahale. Tümünün üstünde bir müdahale.

Kendi müdahalemize güncelden başlarsak Karatani sıkı bir kapitalizm düşmanı ve liberalizm karşıtı. Batılı liberal entelektüel felsefi, sanatsal, siyasal söylemin konumunu bakın nasıl saptıyor: "Şüpheci görecilik, çoklu dil oyunları (ya da kamusal mutabakat), şimdiki zamanın estetik bir şekilde doğrulanması, ampirik tarihselcilik, altkültürlerin (ya da kültürel çalışmaların) kıymete binmesi vs. altüst edici kudretini yitirdi ve bu nedenle hâkim, yönetici düşünceye dönüştü. Bugün bütün bunlar iktisadi açıdan ileri ulus-devletlerdeki en muhafazakâr kurumların resmi doktrini haline geldi."

Bugüne dek yapıp ettiklerimiz ve şimdiki halimiz üstüne yeni bir tartışmaya yol açabileceğini umarak peşinen bu yetkin felsefeciye teşekkür ediyorum. İyi bir çalışma çıkardıkları için Ahmet Öz'ün, editör Tuncay Birkan ve çevirmen Erkan Ünal'a teşekkürlerine de katılıyorum. Söz konusu kitapla, ilk yıllarındaki kapitalizm ve liberalizm karşıtı hallerini anımsatarak güzel bir nostalji yarattıkları için yayıncılarını da kutluyorum.

Eserin felsefeye en iddialı katkısı, yazarın deyişiyle "Transkritik" yöntemi, aynı yöntemin Zizek'in kaleminden ifadesiyle "Paralaks bakışı" ortaya koyması. Nedir transkritik yöntem? Karatani'nin kaleminden şudur: "Tayin edici olan, konumlar arasındaki 'paralaks'tır. Kant da eleştirel bir şekilde bir oraya bir buraya doğru salınıyordu: Sürekli olarak, hâkim rasyonalizmin karşısına ampirizmle ve hâkim ampirizmin karşısına da rasyonalizmle çıkıyordu. Kantçı eleştiri bizatihi bu hareketin içinde var olur. Aşkın eleştiri, sabit duran bir tür üçüncü konum değildir. Yanal (transversal) ve konum değiştirmeye dayalı (transpositional) bir hareket olmadan var olamaz. İşte ben de bu yüzden Kant ile Marx'ın hem aşkın, hem de yanal olan o dinamik eleştirilerini 'transkritik' diye adlandırmayı tercih ediyorum."

Ahmet Öz biraz daha açımlıyor: "Buradaki hayati uğrak kişinin öznel bakışının bir 'göz yanılgısı' olması değil, başkalarının nesnel bakışının da aynı kaderi paylaşıyor olmasıdır. Dolayısıyla tez de antitez de bir yanılgıdır. Ve nesne ancak tüm bu perspektifler arasında yer alan ve hiç durmaksızın salınan 'paralaks bakış'la kuşatılabilir. Nesne karşısında takınılan bu tutum devrim niteliğindedir ve fark edilememiştir yazık ki: Nesneye konumlararası çatlaklardan, yarıklardan bakmak!Yukarda söylemeye çalıştığı şey şu Karatani'nin, eleştirerek konum değiştirmeyen, tersine konum değiştirerek eleştiren, herhangi bir topos'u olmayan, yani dizgelerin, sistemlerin çatlakları arasında yaşayan eleştirmenlerdi Kant ve Marx."

Zizek aynı düşünsel yöntemi şöyle tanıtıyor: "Transkritik adlı etkileyici kitabında, Kojin Karatani bu tür bir 'paralaks bakış'ın eleştirel potansiyelini öne sürmeye çalışıyor: terimin tam Kantçı anlamıyla çatışkılı bir tutumla karşılaştığımız zaman, bir görünüşü bir başkasına indirgemeye yönelik (ya da, daha çok, bir tür karşıtların 'diyalektik sentezini' kurmaya yönelik) bütün çabalarımızdan vazgeçmeliyiz tersine, çatışkıyı indirgenemez bir şey olarak ilan etmeli ve radikal eleştiri konumunu, bir başka konuma karşıt kesinlikle belirli bir konum olarak değil, konumların kendi aralarındaki indirgenemez yarık, aralarındaki tümüyle yapısal çatlak olarak kavramalıyız. Kant'ın tutumu bu yüzden 'şeyleri ne kendi bakış açısından, ne de başkalarının bakış açısından görmek, fark (paralaks) aracılığıyla sergilenen gerçeklikle yüzleşmektir.'"

Sonuç olarak bu düşünsel bakış açısı diyalektik yöntemden, Marksist olarak bildiğimiz ama Karatani'nin öyle olmadığını iddia ettiği klasik diyalektik materyalist yöntemden farklı bir şey, daha üst bir bakış açısı olarak sunulan bir şey. Bence ilginç ve tartışılmalı.

Doğruluğu kuşkulu bu savdan başka bir sava geçiyoruz. Özgürlük mücadelesinin doğal olarak kapitalizmi yıkmayı hedeflemesi gerektiği savına. Bu Marksistler açısından yeni bir şey değil. Ancak Karatani, Kantçı "özgürlük sorunu etik bir sorundur" önermesinin Marksizmin özünde de bulunduğunu Marx'a dayanarak açımlıyor. Sorun şuradan başlıyor: Kapitalizm kendiliğinden mi ortadan kalkacaktır, yoksa onun yıkılması için bir müdahale mi gerekir? Karatani'ye göre Marx kapitalizmin doğal bir biçimde ölmeyeceğini, bunun için bir uygulama gerektiğini hep savunagelmiştir. İşte burada Marx'ın etik sistemi başlar. Karatani'ye göre Marx'ın Kapital'de yaptığı kapitalist ekonomiyi daha iyi çözümleyebilmek için bütün öteki şeyleri paranteze almaktı, yok saymak asla... Etik de birçok Marksizm yorumcusunun iddia ettiği gibi Marx'ın önemsiz saydıklarından değildi, sadece paranteze aldıklarındandı. "Marx da kişinin kendi iradesiyle ya da bir fikirle, özellikle de İnsan fikriyle silinip atılamayacak ilişkilerin mutlaklığını ele alıyordu."

Marx'ın gerçekten o konumda bulunup bulunmadığı da bence kuşkulu. Ne ki tüm sosyalist mücadelelerin büyük bir ağırlıkla iradi kararlara bağlı olduğu çok açık bir gerçek. Bu kararlılığın da ekonomik işleyişten çok, belli bir etik duruştan kaynaklandığı inkar edilmez bir olgu. O yüzden kişisel olarak sosyalistlerin etiği küçümsemelerinin ölümcül bir hata olduğunu, bu kavramın merkezdeki kavramlar arasına alınması gerektiğini yineleyip durmuşumdur. Karatani aynı görüştedir. "Yani kapitalizme karşı hareket etik ve ahlaki bir harekettir. Sömürüye, yabancılaşmaya, eşitsizliğe, çevrenin imhasına, ayrımcılığa vs. yönelik bütün karşı-eylemler, baştan aşağı etik ve ahlaki bir nitelik taşır. Bu arada, Marx Kapital'de bireylerin sorumluluğunu paranteze almış olsa da, böyle yapmış olması meselenin etik boyutunu inkar ettiği anlamına gelmez. Sosyalizmin saiklerini ahlaktan aldığı açıktır, Marx da öyleydi -tek farkı ekonomik kategoriyi göz ardı eden etik hareketin daima başarısız olacağına da işaret etmişti." " ... gelişmiş ulusların entelektüelleri ahlaktan duydukları şüpheyi ifade ederken, çeşitli dinsel köktencilikler dünyanın dört bir yanında güç kazanmaya başladı entelektüellerin bunlara tepeden bakmak gibi bir lüksü olamaz."

Emekçilerin üretimden gelen güçleri kadar tüketimden gelen güçlerini de kullanması zorunluluğu... O konuda da Karatani'yle uyuşuyoruz. Dünya çapında birkaç aylık bir tüketim boykotuyla sistemin göbeğinden çatırdayacağını düşünmekteyim. (Gerçi tam ortadan çökse de yeniden kurulacak sistemin sosyalistler güçlenmedikçe yine kapitalizm olacağının farkındayım.) Yine de klasik sosyalistlerin dar bir bakışla (belki de ona güçlerinin hiç yetmeyeceğini sezerek) tüketim örgütlenmelerini, eylemlerini küçümseyişleri beni hep rahatsız etmiştir. Karatani tüketime de dayalı eylem ve örgütlenmeyi ciddi bir kuramsal zeminle tekrar gündeme getiriyor: Bildiğimiz Marksist artı-değer yorumunun eksikliğine, daha doğrusu yanlışlığına dikkat çekerek.

Ahmet Öz'e göre Karatani'nin yeni açılımı özetle şudur: "Mesele gayet basit: sermaye, metaları bol ve ucuz oldukları yerden alıp (ya da emeğin ucuz olduğu yerde üretip) az ve pahalı oldukları yerde satarak ve ücret aynı kalmak kaydıyla teknolojik yenileme yoluyla verimliliği artırarak dolayısıyla ücreti düşürerek, tüketiciler olan işçilere bir öncekinden daha ucuza ama daha fazla meta satarak artı-değer üretir. Bu tüccar ve sanayi sermayesine özgü göreli artı-değerin elde edilme yöntemidir. Ve bu analiz, geleneksel sol mücadele yöntemi olan üretim eksenli sendikal mücadelelerin başarısız olmasının nedenlerini de gayet iyi açıklıyor. Bu şu demek değildir: sendikal mücadele terk edilmeli! Aksine, birer tüketici de olan işçilerin sermaye karşısında en güçlü oldukları uğrak satın almadır, dolayısıyla sermayenin de yumuşak karnıdır burası ve ancak üretim eksenli mücadelelerle tüketim eksenli mücadeleler arasındaki bağ (zaten işçiler konum değiştirmiş tüketicilerdir nihayetinde) güçlendirilerek kapitalizm içinde sonuç alıcı bir strateji geliştirilebilir."

Karatani'ye göre halkanın dışına çıkmak için Marx'ın önerdiği çözüm bir çeşit "birlik"tir. Üretime dayalı, tüketim ayağını da içine alan kooperatif toplulukları. "Engels, Lenin ve klasik Marksistler devlet mülkiyeti ve planlı ekonominin kapitalist ekonomiyi ortadan kaldıracağını sandılar. Oysa Marx'ın Kapital'de çok geniş biçimde ele aldığı paranın özerk niteliğini kavramadılar. Kapitalde bu konuda varılan nihai sonuç çatışkıdır. Para var olmalıdır, para var olmamalıdır. Parayı aşmak bu çatışan şartları yerine getirebilecek bir paranın yaratılmasına tekabül eder."

Öz'e göre, "Para sorunsalını Andre Gorz'un da başvurduğu YMTS (Yerel Mübadele Ticaret Sistemi: sermayeye dönüşmeyen, tüm mal ve hizmetleri birbirine bağlayan "tarafsız" bir mübadele aracı) aracılığıyla ve üretim/tüketim kooperatifleri üzerinden aşmanın yollarını araştırıyor Karatani, ki burası da hayati bir uğraktır, para asla küçümsenmemesi gereken, dinsel, teolojik bir fenomendir. Bunlar içsel mücadele yöntemleridir ama kapitalizm asla sadece bu yollarla aşılamaz. Kapitalizme karşı mücadele ancak iç ve dış mücadele yöntemlerinin uygun bir düzenlemesiyle verilebilir."

Çoğun yeğlemediğim bir tarz, ama ne yazık ki yazı çok uzadı ve üstelik bitmedi. Haftaya aynı konuyu ele alacak ve kitabı bu kez kendi yöntemiyle inceleyecek, "Paralaks bakış"lar fırlatacağım. Bakın nasıl oluyormuş Transkritik.