Okunma Sayıları Psikolojisi, Can Dündar, Melih Aşık

SoL günlük internet gazetesi Türkiye’de önemli bir etki gösteriyor. Okunma sayılarını ilan etmek bana düşmez. Hayli yüksek tıklanma oranlarına ulaştığını merak eden kişi bir şekilde öğrenebilir. Ne var ki bu okunma sayılarının üstünde bir ilgi odağıdır portalımız.

Ben burada soL’a bağlı soLküLtür üstüne daha net şeyler söyleyebilirim. Kimi ifadelerimde evet, bir sitem algılanabilir. Fakat bu sitem, soLküLtür’e yeterince ilgi gösterilmediği üstüne “göreli” bir sitemdir. “Göreli” yani nispi bir sitem olduğunu her yazımda vurguluyorum. soL’a giriş oranlarıyla, soLküLtür’e giriş oranları arasındaki bariz katlı farklardan ötürü.

Ancak açıkça belirtmeliyim. Araştırmasını inceden yapmadım, fakat soLküLtür Türkiye’nin en çok okunan sol kültür sitesidir. Veya ilk birkaçından biridir en azından.

Net rakamları açıklayabilirim. Bazı haberlerimiz 11 bin, 12 binin üstünde giriş aldı. Otuzun üstünde makale ve haberimiz 3 binin üzerinde tıklandı. En az girilen bölümümüz şiir ve öykülerimizin yer aldığı “Sunak” bölümü. Burada bir şiirimize ait rekor 2 bin. Öykü ve şiirler ortalama 800-900 gibi okunma sayılarına ulaşabiliyor. Verdiğim rakamlar hiçbir basılı dergideki ürünlerin ulaşamayacağı rakamlar. Geneli itibarıyla da internet için iyi rakamlar.

Oysa dostlarımız, arkadaşlarımız böyle güzel bir olanağı “yeterince” demeyelim, “hakkıyla” demeyelim, çoğunluğu açısından neredeyse “hiç” değerlendirmiyorlar. Burada bir işlik var hazır, boş ve kullanışlı. Evet, zaman zaman ev sahibiyle sorunlar çıkabiliyor, ama “dükkan” hazır, onları bekliyor. Ne ki pek çok dost kenarda, köşede, izbelerde, parklarda, banklarda iş görmeye çalışıyor.

Skandallar dizisinin geçtiğimiz günlerde patlak veren son örneklerinden biri olan “Sümeyye Tiyatroda” bölümü hakkında Can Dündar dün çok güzel bir yazı yazdı Milliyet’te. Birçok sosyalist bu yazıyı birbirine gönderdi. “Helal olsun” diyelim ve konunun benim asıl ilgilendiğim yanını vurgulayayım. Bu yazıyı Can Dündar soLküLtür’de yazsaydı, sadece okunma sayısından ötürü değil, çıktığı yerden ötürü yarı etkiyi bile yapmazdı aramızda.

Veya Düzce’deki işçiler üstündeki jandarma baskısını anlattığım yazımdan kısa bir bölümü Melih Aşık kendi yazısına almasa sosyalistler üstünde çeyrek etki bile sağlayamazdı.

Dikkat edin, genel ve toplam okur sayısı ve okurdan bahsetmiyorum, daha sol bir okur kesiminden ve medyanın onların üstündeki etkisinden bahsediyorum.

Başka bir yazımda da açıklamıştım, burada şöyle bir ruhsal düzenek çalışıyor: Diyelim küçük bir televizyon kanalında iyi bir tartışma programı izliyoruz. Genelde bizler dahi o programı beğensek bile sırf az bir kitle tarafından izlendiğini bildiğimizden başka büyük bir kanaldaki tartışmaya geçeriz çoğun. Neden mi? Küçük kanaldaki tartışmayı kendimiz gibi insanların izlediğini sezdiğimizden. Oysa asıl merakımız büyük kitlelerin neleri izlediğini öğrenmektir. Daha az kaliteli bulsak bile.

Buna ister içimizdeki konformizm diyelim, ister popülizm, hemen hepimizi etkileyen bir duygudur, yönelimdir. Kendimiz gibileri daha az merak ederiz, başkalarının ne düşünüp, nasıl yaşadığına daha çok toplanır ilgimiz. Çoğunluğun, merkezdeki insanların ne okuyup, seyrettiğini daha çok önemseriz ister istemez.

Kaliteli olduğunu bildiğimiz halde kendimize daha yakın bir kitabı almayı geciktiririz, herkesin okuduğu çok satan kitapları öne alırız çoğu zaman, okuyup küfretsek, küfredeceğimizi baştan bilsek bile.

Kendi küçük medyamız işte bizzat katkıda bulunduğumuz böyle bir baskı altındadır.

Oysa baştan belirttiğim gibi kendi küçük medyamız hiç de küçük değildir sandığımız kadar. Bunu bilmek ve bir şekilde ilan etmek önemli. Alçak gönüllülüğe siyasi ve ideolojik mücadelede hiç gerek yok.

Bir de şöyle önemli bir nokta söz konusu: Siz belli bir görüşün arkasında kararlılıkla, yıllarca, belli bir nitelik düzeyi göstererek durduğunuzda özel bir ilgi odağı olmaya başlarsınız. Bu da kitaplarda yazan klasik bir bilgi. Dolayısıyla epey bir süredir Türkiye’de gerçek sosyalistlerin, komünistlerin ne dediğini, gelişen olaylar karşısında nasıl tavır aldığını her geçen gün daha fazla sayıda insan merak ediyor, izlemek istiyor.

Sonuç olarak elimizdekinin değerini bilelim. Bu arkasında kararlılıkla durduğumuz görüşün bize giderek daha çok okur ve etki kazandıracağının farkında olalım. Bu etkiyi ilan etmekte çekingen davranmayalım.

Birkaç noktaya dikkat etmekle, bir entelektüel seferberlik yaratmakla medyadaki o “küçüklük” eşiğini aşabiliriz. Zor, ama atla deve de değil.