Köpeklere fısıldayan adam

Natgeotv’de Cesar Millan’nı izlediniz mi hiç? “Köpeklere Fısıldayan Adam” adlı belgesel dizide sorunlu köpekleri nasıl yola getirdiği gösteriliyor. Köpek ne kadar huysuz veya saldırgan olursa olsun Cesar Millan’ı görür görmez hali değişmeye başlıyor. Millan’ın vurguladığı temel ipucu şu: Köpeğe sürübaşının siz olduğunuzu daha ilk saniye gösterin. Gayet kendinden emin, dik ve ödünsüz bir duruşla sağlayabilirsiniz bunu. Köpekte başlangıçtan itibaren oluşturmaya çalıştığı ruh halini ise defalarca şöyle ifade ediyor: “Sakin ve teslimiyetçi” bir kez bu hale sokabilirseniz, gerisi gelir. Gerçi o hali sağlamak için Millan’ın dik duruşun yetmediği hallerde tekmeyi de bastığı iddia ediliyor!

Giderek artan sayıda bilimsel araştırma, insanları yönetmenin de sürü yasalarını bilmeye dayandığını gösteriyor. Hayvanlarla insanların yönetilebilme özellikleri muazzam farklı, ama öte yandan benzerliklere ilişkin veriler her geçen sene yığılıyor.

Politik liderler, bu benzerlikleri kısmen bilinçle, büyük ölçüde ise pratikte el yordamıyla uyguluyorlar. Kim ne kadar iyi uyguluyorsa o kadar başarılı oluyor. Sağ liderler veya sol liderler, çok fazla fark etmiyor. Televizyon dünyasıysa en az politikacılar kadar biliyor gerçeği.

Aydınların son derece kalitesiz bulduğu birçok televizyon dizisi geniş yığınlarca kendinden geçerek izleniyor. Çünkü bu diziler insanın sürü yanına sesleniyor. Genelde erkek bir başrol oyuncusu bulunur. Sözde yakışıklıdır adam. Yüzü gülmez, nobrandır, çok izaha gerek yok, enikonu sevimsizin tekidir. Ama çok sevilir. Niye? O kaba saba davranışlarıyla sürübaşı olduğunu her saniye hissettirir de ondan. Güçlüdür, niye güçlü olduğunun anlaşılması hiç mi hiç önemli değildir, güçlüdür işte. Genellikle ne iş yaptığı, parayı nasıl kazandığı bile gösterilmez, ne önemi var, zengindir herkes çekinir, saygı gösterir…

Çevresinde onu paylaşamayan kızlar dolanır, hikaye buradan gelişir. Kızların genelde biri kıçı çıplak ve vamptır, öteki güzel, masum ve mağdur: Bir sürü hikayesi. Abus suratlı sürübaşı her şeyi yanlış anlar. Yanlış anlamalar düzelinceye dek bayağı bir gerilim yaşarız, diziyi de o sürükler. Liderlerin yanlış anlaması sık sık gerçekleşen sıradan bir olaydır, fakat ortamı olağanüstü gerer, izleyiciyi de bu tutar. Sürübaşı hangi dişiye yönelecek, kimi cezalandıracak? Çok önemlidir. Cidden önemlidir. Hayatın aslı budur. Bir yanlış anlama hallolunca az rahatlarız, sonra öteki başlar. Toplumca bir yanlış anlamadan ötekine koşarız.

Recep Tayyip Erdoğan toplum önüne dimdik çıkıp bağırmaya başladı mı, ona oy vermeyenlerin bile çoğu şöyle düşünmeye başlar: “Tamam, bu toplumun lideri bu!” Erdoğan toplumun alt bilincine seslenir. Bizler, solcularsa üst bilince seslenmeye çalışırız. Alt bilinç üst bilinçten onlarca kat geniş temelli ve güçlüdür toplumda oysaki. Söz gelimi bir gün çıkar “Dindar nesil yetiştireceğiz!” der. Ertesi gün buna benzer başka şey. Biz aydınlar genelde ne yaparız, ne dediyse tersinin doğru olduğunu kanıtlamaya çalışırız. “Dindar olmayanlar kötü mü, dindarlık üstünden eğitim planlamak bu çağda hiç olur mu!”

Tamam, üst bilinçte bunlar değerli savlardır. Vazifedir yapıyoruz. Ama alt bilinç katında kılla tüyle eşdeğerdir söylediklerimiz. Alt bilinç milyonlarca insanın günlük yaşamdaki, somut ve sert yaşamdaki görünür ve görünmez derin kaygılarına, korkularına, arayışlarına bağlı olandır.
Zizek diye biri çıkmış, dünyayı yönetenlerin, (Amerikalı iktidar sahiplerini kast ederek) aptal olduklarını ileri sürüyor. Aptal maptal “sakin ve teslimiyetçi” hali yaratıyorlar mı yaratamıyorlar mı?