Dağcının gözü futbol tribününde olabilir mi?

Dünyada milyarlar futbol tutkunu. Bizde de on milyonlar. Fırsat buldukça top oynamaya çalışan az bir oranın katılımı dışında, genelde futbol seyir oyunudur. 11 kişi sahada koşturur, 11 milyon kişi onları izler.

Dağcılık öyle mi ya! Ya dağcısınızdır, ya değilsiniz... Dağcıların kitlesel seyircisi olmaz, dağcıyı ancak başka dağcılar seyrederler aşağıdan, yukarıdan.

Diyelim, dağ tutkunları şöyle bir bakış açısıyla görsünler dünyayı, ülkeyi, başka sporları: Bir gün gelecek, en gözde etkinlik dağcılık olacak. Kitleler para için top koşturan profesyonel cambazları izlemekten bıkacak. Kırlara bayırlara koşacak, kendi bedenlerinin, doğayla en uyumlu sporunu yapacak. Herkes coşku ve dayanışma içinde birbirini izleyecek, birbiriyle yarışıp, birbirini destekleyecek.

Farkında mısınız, soyutlama yapıyoruz. Dağcılığı ve öteki sporları böyle görenler hiç başka spora özenir mi?

Ancaaak! Bir de gerçek var. Günümüzün gerçekliği. Dağcı hayal dünyasında yaşamaz, daima dağda değildir. Dağcının sıradan günlük yaşamı da dağcılığı kadar gerçektir, çevresinde dağcı olmayan arkadaşları, dostları bulunur. Öteki sporlara da gerçekçi yaklaşması gerekir. Hatta fanatizme kaçmadan herhangi bir futbol takımına taraftar olabilir. Katı dağcılar inkar etseler de pek çok dağcı için durum böyledir.

Evet, bu ülkede 50 milyon kadar futbol izleyicisi, yakın sayıda futbol takımı taraftarı yaşıyor. Dağcılar kaç kişi? 300-400 yüz bin.

Diyelim, bu ülkede on yıldır hep aynı takım şampiyonluğu kazanıyor. Tüm izleyicilerin yarıya yakını o takımın taraftarı haline gelmiş. Öteki takım taraftarlarını, futbola yakın uzak herkesi bunaltmış malum kulüp. Şikeyle, baskıyla şampiyon olduğu yetmiyormuş gibi medyayı satın almış, federasyonu ele geçirmiş. Şımarıklıklarından yanlarına yaklaşılmıyor, hayatı bir kabusa dönüştürmüşler. Onların dışındakiler kara kara düşünüyorlar. Belki bundan sonra hep o takım şampiyon olacak, belki başka takım kalmayacak.

Yıllar sonra yeni bir takım ortaya çıkıyor. Yıllar sonra başka bir takımın şampiyonluk ihtimali beliriyor. Futbolseverler arasında bir çalkantı. Şampiyon dışındaki neredeyse tüm taraftarlar arasında bir sevinç, umut!

Elbette bu yeni gelişme dağcıları da etkiliyor. Dağcılar arasında da bir dalgalanma. Kimi diyor ki, yeni takımı destekleyelim. Bazısı diyor ki, o da bizden değil, ona da tavır alalım, köstek olalım!

Dağcılara ne futboldan! Doğru olan böyle düşünmek. Ama dedik ya, dağcı da o toplumun içindedir ve o da gerçekle iç içe yaşar. Gerçekle doğru düşünce her zaman üst üste çakışmıyor, çoğu kez ayrı düşüyor. Problem biraz da dağcıların tüm o dağ tutkunlukları bir yana, futbol izleyicisi olmalarında, stadyumlardan, tribünlerden bir türlü kopamamalarında.

Dağcılığı tanıtmak için, dağcılığa özendirmek için sık sık tribünlerde yer alıyorlar. Hatta bunu abartıyorlar. Tribünde bulunmayı, futbol stadyumlarında pankartlarıyla ayrı durmayı bir varlık meselesi olarak görmeye başlıyorlar. Kendilerine yakın duran, hatta kendilerinden olan bazı dağcılar tribünde onlardan ayrılıp başka takımların taraftarları arasına karışınca pek içerliyorlar.

Zaten aralarındaki takım tartışmaları da çoğun o yüzden çıkıyor. Yeni bir takımın şampiyonluk umudu doğdu ya kimi bundan rahatsızlık duyuyor. Ya yeni takım dağcılığa duyulan sempatiyi büsbütün azaltırsa? Tamam, bunda haklılık payı mevcut. Ya tribünde kendi dağcı pankartları altında saf tutanlardan bazıları öteki bölümlere geçerse?

Geçerse geçsin! Böyle düşünemiyorlar bazen. Geçerlerse geçsinler, orası zaten senin tribünün, senin spor alanın değil ki. Elinde dağcılık bayraklarıyla futbol stadyumuna giriyorsun. Evet, bazen işe yarar bu. Dağcılığa duyulan sempatiyi artırır, asıl sporun orada yapılmayacağını gösterir millete. Ama bunu amaç haline getirirsen işin bitti. 40 bin kişilik tribüne giriyorsun 100 kişi. “Yaşasın dağcılık!” Dedik ya, bazen güzel. Ama bu küçük sayıları abartırsan işin biter. “Gelecek sefer 200 kişiyle geleceğiz!” Ne önemi var? Kaygı şu: Yeni şampiyon adayı veya etnik bir takım bizimkilerden bazılarını kaparsa, gelecek maça 80 kişiye düşersek. Aman ne acı!

Sen kırlara, bayırlara bugün 200 bin kişi çekerken seneye 500 bin kişi olabiliyor musun? Sonrasında birkaç milyon? Asıl mücadele o. Mesele bu.

Bıktırmış o bilinen takım yerine bir kere de başka takım şampiyon olsun. Hatta dağcıların gönlü elverenleri o takımı desteklesin tribünde. Ne çıkar bundan, niye korkar sağlam dağcı?

O heyecan, evet gevşek temelli bir heyecandır büyük ölçüde, kabul. Ama hiç değilse milyonları mutsuzluktan, umutsuzluktan kurtarır, belki evlerinden dışarı çıkartır. Korkularını, yılgınlıklarını giderir. Belki o zaman saklandıkları yerlerden çıkmış, sokaklara, stadyumlara koşan bu kalabalıklardan bir bölümünü zirvelere çeker dağcılar.

Dağcılar dağa, doğaya aşıklar. Ona kuşku yok. Ama niye gözleri hep stadyumdadır? Niye binlerle gelmedikleri, oradan on binleri çıkartmadıkları sürece tribündeki küçük sayıları üstünde bu kadar çok dururlar? Toplumdaki oranları belli bir düzeye gelmedikçe, küçükleri eleyen bu barajlı sistem devam ettikçe, her seferinde oraya gitmek dağcıların sayısını, gücünü olduğundan bir hayli düşük göstermez mi?