Çetin Altan, Serap Eser ve Yüzleşme

En çok suyu çıkarılan kavramlardan biridir “yüzleşme”, insan hakları kavramıyla birlikte. Kendisiyle hiçbir zaman yüzleşmemiş kişi ve çevreler, başkalarını, koca koca ulusları yüzleşmeye çağırırlar.

“Altan Kardeşlerin Korkunç Trajedisi” başlıklı yazıma ilişkin birtakım yorumlar aldım. Bunlardan biri katkı niteliğinde. Emektar sol değerlerimizden sevgili Yılmaz Akkılıç, yıllarca dosyasında sakladığı bir Çetin Altan yazısını göndermiş bana. Milliyet’te çıkmış. Tarih 28 Mayıs 1960. Darbenin ertesi günü. Başlık: “Bugün Canım Yazı Yazmak İstiyor”. Başlık, tam bir ay önce Turan Emeksiz’in polisçe öldürülmesinin ertesi günü, köşesini boş bırakarak, sadece büyük puntoyla “Bugün Canım Yazı Yazmak İstemiyor” isyanına bir naziredir. Yazıyı aynen aktarıyorum:

“Yıllar ve yıllar boyu aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği, dilimizin döndüğü kadar tarihten örnekler verdik, hukuk prensiplerini sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık. Kafasında en küçük bir izan bulunan bir insan bile bu ihanet yolunun geçit vermeyeceğini görür ve geri dönerdi. Hayır bunlar öyle yapmadılar. Anayasayı çiğnediler, hürriyetleri kestiler, hukuk dışı komisyonlar kurdular...

Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk.

Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu İnkılâp Türkiye’sinin Cumhuriyetine bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, Üniversitesiz ve hatta Meclissiz olarak idare etmek niyetine kapılmışlardı.

Silâhlı Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden mânevi direktifiyle yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her zaman için unutulmaz bir ders olacaktır.

Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Türkiye Silâhlı Kuvvetle Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel’in yayınladığı demeçte bilhassa belirttiği gibi, memleket yakın bir zamanda demokrasinin şartlarına uygun bir idareye kavuşacaktır. Kurucu Meclis, gereken esasları tespit ettikten sonra hür ve endişesiz bir seçimle, memleketi, memleketin sevdiği lekelenmemiş insanlara bırakacaktır.

Bugün bütün Türkler, parti çekişmelerinin çöplüğünden kurtulmuşlar ve yeni bir anlayışın dünyasına doğmuşlardır. Bütün küçük hesaplar, kinler ve nefretler tasfiye edilmiştir. İnsanca ve kardeşçe, sadece fikir tartışmalarından ibaret, herkesin eşit olduğu demokrasi rejimi, yakında bu güzel vatana lâyık olduğu mutluluğu getirecektir.

Kurucu Meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz. Silâhlı Kuvvetlerimizin yaptığı hareket, bir hırsın veya bir zümre menfaatinin dışında, sadece hukuk, insanlık ve vatan aşkının bir neticesidir.

Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayri meşruluğu ve küçüklüğüyle mâkûsen mütenâsip olarak bir âbide gibi ortaya çıkmaktadır.

Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversiteleri maktel, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen haline getirerek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini kabul etmeyi, bütün dünya önünde reddetmişlerdir.

Menfaat bağlarıyla bu cehalet ve rezalet yuvalarına uşaklık etmiş olanları, kendi vicdanlarıyla baş başa bırakıyoruz. Herhalde ıslah olacaklardır. Islah olmakta direnenler çıkarsa, onlar da derslerini alacaklardır.

Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silâhlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin, aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor, övünüyor, seviniyoruz...”

Çetin Altan daha sonra 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü de hararetle övdü. Ona göre darbenin ilericisi gericisi olmazdı, darbe görüldü mü koşa koşa peşine takılmalıydı. Darbeler arasında ayrım yapılabilir mi sorusuna dahi öfkelenen iki oğul bu gerçekleri bilmiyorlar mı?

Altanları savunur yönde de birkaç itiraz aldım. Buna göre Altanlar gerçekten demokratmışlar. Oğul Altanlar 12 Eylül’ü desteklememişler, dahası ona karşıymışlar. 12 Eylül mağdurlarına arka çıkmışlar. (Böyle birkaç örneği ben de biliyorum.) Doğru olabilir. Fakat her ikisi de 12 Eylül ortamı sayesinde ve biri romanlarıyla radikal sola küfrederek ünlendi, yazar haline geldi.

Liberallerin ısrarla kaçındıkları, duymazdan geldikleri sorular ve anlamak istenmeyen gerçekse şu: -Mesele sadece demokrasiyse, demokrasiyi çok farklı kavradığımızı, kendi kavramımızdaki demokrasinin de ancak ikincil bir sorun olduğunu bir tarafa bırakarak- Demokrasinin önündeki tek engel asker mi? Asker bugüne dek kimin direktifi ve izniyle darbe yaptı? Bu ülke emperyalizme tam bağımlı, Amerikan eyaleti gibi yönetilen bir sistem içinde değil mi? Ülkedeki tüm faşist güçlerin dış bağlantıları yok mu? Ve en önemlisi, iş sadece demokrasi meselesiyse bile, demokrasiyi bugün en çok tehdit eden asker mi, yoksa doğrudan dış bağlantılı, tarikatçı devlet ve yeni kontr-gerilla mı?

Altanlar şöyle şöyledir deyince, bu liberal dostlarımız şunu söylüyorlar: Onlar da sizin için daha ağır konuşuyor. Yani sorun bir yol ayrımına geldiğinde, o çok bildik “ilericiler kendi aralarında hep kavga ederler” teranesi tekrarlanıyor ve en iyi ihtimalle herkes aynı kefeye konuyor.

Ben de onlara şu cevabı veriyorum: Evet, birbirimizi hep suçluyoruz, ama aramızda şöyle küçük bir fark bulunuyor. Bu fark daima korunuyor. Bizim arkamızda hiçbir zaman iktidar desteği, sistem desteği olmadı, sermaye desteği olmadı onlarınsa nedense hep oldu. Biliyorum, yeni sol için bunlar teferruat.

Liberal dostlar bereket ki nazik insanlar. Bize Zülfü gibi cevap verebilirlerdi. “Sen de güzel makaleler yaz, sen de iyi romanlar yaz, sen de popüler ol, sen de büyük medyada yer bul, sen de sat, it oğlu, it!” Evet, böyle bir şey demediler şimdiye dek, ama an meselesi. Dediklerinde de ne cevap verebilirim, işim çok zor.

Yüz

Serap Eser diye birini tanıyor musunuz? 17 yaşında bir kız. Evine giderken Molotof kokteyliyle yüzü yakıldı. Masum sivillere bu kaç bininci saldırı biliyor musunuz? Yüzleşme yandaşları neden böyle olaylardan bahsetmez? Kendi taraflarının katlettiği çocuklara, sivillere üzüldüklerini gördünüz mü? Solun halk katındaki itibarının iki paralık edilmesine, böyle binlerce acımasızlıkla solun zayıf düşürülmesine endişelendiklerini hiç işittiniz mi?