Allahın Adamı ve piyasanın sanatçıları

Özdemir İnce “Özgür Edebiyat”ın 2012 Ocak-Şubat sayısında şöyle diyordu: “Elif Şafak’ın kitabını yayınlarken altın yumurtlayan tavuk gibi ortalığı velveleye veren, tam gazete sayfası reklamlar saçan Doğan Kitap, Mayıs 2011 tarihinde Allahın Adamı gibi bir başyapıt yayınlıyor ve kedinin pisliğini örtmesi gibi kitabın üzerine kefen örtüyor. Haldun Çubukçu’nun romanından söz ediyorum. Yüzyıllık roman geçmişimizde bir benzeri olmayan bir roman.”

Değerli İnce, bu denli över de, o romanı okumaz mıyım. Aldım, okudum. Son yıllarda iyi romanların yeniden ortaya çıkmaya başlaması sevindirici. Kitapta çok hoş bir sürprizle karşılaştım, önce onu ifade etmeliyim. Çocukluğumun masalsı geçen mekanlarına götürdü yapıt beni. O rüyamsı atmosferi tekrar yaşattı. Üstelik Allahın Adamı, yani Emin Ünal, o dönemde uzaktan da olsa iyi tanıdığım bir figürdü. Altmışlı yılların sonu, yetmişli yılların başı: Sivas. Sporun her türüne, kayağa meraklı bir çocuktum. “Allahın Adamı”nı oturduğumuz Fidanlık bölgesinde, okula yakın veya şehirde dört beş kez gördüm. Şimdi hesaplıyorum da kırk beş küsur yaşındaymış, o zaman bize çok yaşlı gelen, ahaliye de spor için çok yaşlı gelen zayıf bir adam… Yürürken görülmeyen bir yarı deli. Eğer mevsim yazsa şehirde, sokakta veya dağda bayırda durmadan koşan, kışsa yeri aylarca örten beyaz asfalt üstünde kayağıyla hızla yanımızdan geçen… Kayaklıysa beraberinde genellikle oğlu Ahmet de olurdu. Sonrasında Türkiye Şampiyonu. Emin Ünal’ın da Türkiye çapında dereceler yaptığını bilirdik o ileri yaşına karşın.

Ahali sanırım pek sevmezdi “Allahın Adamı”nı. Niye sevmediklerini iyi anlatıyor eser, okursanız anlarsınız. Yarı deli değil, tam deli gözüyle bakılırdı. Ama bizim gibi spora meraklı çocukların, gençlerin gizli idolüydü Ünal. Bir çeşit Türk-Çerkez “Rahmetov”u…

Çok tanıdık yerleri ve çok hoşlandığım zamanları anlattığı için mi böyle sıcak geldi acaba bana? Öyle düşünmüyorum. Sanırım kahramanı tanımasaydım da anlatımın zenginliğini takdir ederdim. Kurgusuyla, diliyle, meramıyla çok güzel roman.

Ne yapsınlar Allahın Adamı’nı piyasacılar?
Özdemir İnce’nin haklı isyanını irdelemeye gelince. Çubukçu’nun “star”, romanının “çok satar” olamayışının birçok nedeni var. Bir kere anlatılan kahraman çok sorunlu. Olağanüstü irade sahibi, dünyaya yığından farklı ve ortalamadan çok üstten bakan biri. Ne edebiyat okurunun genel profiline uygun, ne onları yönlendirenlerin emellerine, ne edebiyatı siyaseten kullananların siyasetine yatkın. Adam özgün, roman özgün. Ne yapsınlar ki bunu!

Piyasacılık sanatta da mutlak hakim durumda. Piyasacılık, ekonomideki piyasacılığın, sosyal piyasacılığın bire bir karşılığı sanatta. Eğilimlerini piyasaya göre belirleyeceksin, piyasaya göre yazacak ve konuşacaksın, piyasada değerli olduğun ölçüde değer bulacaksın. Siyaseten dinci, hükümetçi, yandaş, liberal, cumhuriyetçi, laik ve hatta sosyalist olabilirsiniz, ama değerinizi piyasa belirler. Değişik siyasi eğilimlerden toplamı bini bulmayacak kadar bir insan bu piyasaya yön verir veya onun kaymağını yer. Bir çeşit starlar, ünlüler kulübü. Zaman zaman siyaseten aralarında çekişseler de piyasa onları pekala birleştirir. Sanattaki işlevleri vasatı ve hatta vasat altını yaygınlaştırmak, o vasatta yıldızları korumak ve yaşatmaktır. Kapalı bir daire içinde. Ünlüler kulübüne dışarıdan çok zor adam alırlar, raconları piyasacılığı eleştirmemektir, piyasayı, piyasa yasalarını güçlendirmektir.

Böyle yapıtlarla genelde sol güçlendirilmez, hatta birçoğunda zayıflatılır, küçük düşürülür. İyi eserler görmezden gelinecek, görüldüğünde de küçümsenecektir ki, sıradan değerler iktidarını devam ettirsin. Bir bütün olarak piyasacı sanat solun altını oyar, oyar, oyar... Muhalefet ağaçlarını piyasa kültürü bırakmaz ki göversin, kökleri kopuk cılız çalılara dönüştürür. Öyle takatsizleştirir onu, zayıflığının nereden geldiğini bile çıkaramaz hale getirir.

Ne ki, piyasacılıkları nedeniyle siyasetten uzak kalmazlar bu starlar, kalamazlar, aksine siyasetin öncüleridirler aynı zamanda. Sözgelimi solculuk yaptıklarında solculuklarıyla yarışamazsınız, geride kalırsınız. Siyasette böyle bir konumlanış piyasa için vazgeçilmezdir. Sol siyasetin onayı ve desteği elde edilmeksizin piyasacılık egemenliğini pek rahat sürdüremez.

Ne yapacaktır piyasa “Allahın Adamı”nı. Allahın Adamı bir şekilde zorla, o hayal etmesi bile güç çabalarıyla engelleri delip yukarı çıksa da, piyasa bir yolunu bulup onu kendine benzetecektir.

Sanatın Günceli Güncelin Sanatı
Bu da başka bir kitap. Mehmet Yılmaz hazırladı, yeni çıktı Ütopya Yayınları’ndan. Mehmet Yılmaz kitabın en önde gelen yazarı aynı zamanda. Başka yazarlar: Nahide Yılmaz, Barış Acar, Cebrail Ötgün, Şefik Özcan, Marcus Graf, Deniz Koşar, Muammer Bozkurt, Oktay İnce, Mustafa Okan ve ben Kaan Arslanoğlu.

Mehmet Yılmaz bize yakın bir sanat adamı. Kuramsal çalışmalarının yanı sıra (başka kuramsal inceleme kitapları da var) bir görsel sanatlar sanatçısı (resim, video, fotoğraf, heykel vb). Mehmet Yılmaz sanata ve kuramına bir hayli farklı bakıyor. Örneğin demin dedik ya, piyasacılıktan yakındık ya, madem piyasayı yok edemiyor, piyasacılığı durduramıyoruz, neden sol olarak piyasanın kurallarıyla oynamıyoruz, daha akılcı ve planlı biçimde, diyor mesela. Gayet riskli bir yol, deneyen birçok kişi piyasayı “iyi emelleri için” kullanayım derken, birinci sınıf piyasacı kesilmiştir. Ama bence de tekrar tekrar irdelenmesi gereken bir görüş, farklı şekillerde denenmesi gereken bir yol.

Yılmaz ayrıca mesela post-modernizmi hemen tu kaka ilan etmeye de karşı çıkıyor. Marksizm çok uzun yıllar modernizmi reddetti örneğin. Çok sonra ondaki ilerici yönü görüp, ondan yararlanmaya başladı, ama iş işten geçmişti. Şimdi de post-modernizme bu şekilde kolaycı bir reddiye uygulamayalım diyor. Onun yöntemlerinden yararlanılabileceğini ifade ediyor. Şahsen post-modernizmin gerici özüne karşıyım, fakat ben de bazı yöntemlerini, ki bunların çoğu önceki akımların, örneğin modernizmin kullandığı yöntemlerdir, neden kullanmayacakmışız, fikrindeyim.
Yukarıda çok kabaca ifade ettiğim görüşler bir yana, söz konusu kitapta görsel sanatlar ağırlıklı olarak, sanatın tüm güncel ve kuramsal sorunları incelemeye alınıyor. Gerçekçilik nedir, modernizm nedir, post-modernizm nedir, örnekleriyle, tablolarla, zayıflıkları ve güçlü yanlarıyla karşılaştırmalı... Kitabın son bölümündeki tartışmada ben de konuya edebiyat açısından nasıl baktığımı anlattım.

Sanatı ezberlenmiş kalıplarla değil, neyin ne olduğunu gerçekten bilerek değerlendirmek için çok yararlı bir kaynak kitap.

Sadık Aslankara’nın Cidden Bir Başka Romanları
Bazı insanlara en çok öne çıktıkları işleri yapışır, bu yapışan iş onların farklı zenginliklerinin ilk planda görülmesine enikonu mani olur. Sadık Aslankara yıllarca edebiyat dergilerinde ve Cumhuriyet Kitap’ta kitaplar üstüne yazılar yazıyor ya, ben de onu sadece bir edebiyat eleştirmeni olarak kayda alma ve bu kaydı öylece koruma kolaycılığına düşmüşüm.

Ancak Aslankara öteki çalışmalarının yanı sıra (tiyatroculuk, belgeselcilik) bir roman yazarı. Ben geçen aylarda sadece iki romanını okuyabildim. “Le” ve “Sığınak”.

Başından beri anlamışsınızdır, bu yazı bir edebiyat eleştirisi yazısı değil. Edebiyat eleştirmenliğine başlamadım henüz. Sadece izlenimlerimi aktarıyorum buna benzer yazılarımda ve oradan oluşan bazı fikirleri aktarıyor, bunu daha genel fikirlerime bağlıyorum. Aslankara’nın söz konusu iki romanına da kısaca değineceğim.

Aslankara eleştiri yazılarında özenli ve zengin bir dil sergiler. Ne ki bazı şeyleri yanlış söyleme, kesin yargılara varma kaygısındandır belki, zaman zaman lafı bence dolandırır. Bunlar da tüm yazının ahengini bazı yazılarda biraz bozar. Ama romanlarında böyle bir kaygıya pabuç bırakmadığındandır, çok güçlü ve zengin bir dil kullanıyor. Öyle kolay okunan kitaplar değiller, baştan söyleyeyim, biraz zorlar, ama anlatım neredeyse hatasız ve yüksek bir düzeyde seyrediyor.

Aslankara’nın roman anlayışı, tarzı, bazı yönlerden bana ters. Örneğin cinselliği fazlaca kullanıyor (Belki bu onun üstünlüğü, benim fakirliğimdir). Buna rağmen iki kitabı da baştan sona zevkle ve zorlanmadan okuyup bitirdiysem, demek ki bunlar cidden iyi romanlardır. Bir kere çok özgün oldukları kesin. “Le”yi daha çok beğendim. Burada Aslankara birçok akımdan birçok anlatım tekniğini ustaca harmanlamış. “Sığınak” görece daha düz bir roman. Her iki kitapta da bir erkek yazar olarak kadına kadın açısından güçlü, duyarlı, derin insani yaklaşımı Aslankara’nın önemli özgünlüklerinden sadece biri.

Bu iki roman da usta işi iyi romanlar. En azından şunu söyleyebilirim: Piyasada iyi roman diye gösterilen veya çok satan romanların onda dokuzundan iyiler. Ama Aslankara bir roman eleştirmeni olarak epeyce tanınır da, roman yazarı olarak ne kadar tanınır? Geldik dayandık yine piyasacılık sorununa, çeteleşmeler mevzusuna...

90’lar Kitabı
Daha önce “80’lerde Çocuk Olmak” adlı çok ilginç bir kitabı hazırlayan Kadir Aydemir, bu kez 90’ları yazmış, yazdırmış. Yitik Ülke Yayınları’ndan yine. Kitap yine çok sayıda genç yazarın makalelerinden oluşuyor. İçinde kötü bir makale bulamadım, ama çok sayıda iyi makale var. 90’lı yıllarda neler yaşadık, birçok cin gözün kaleminden o yıllara gidiyoruz. Önemli olaylara veya ilginç ayrıntılara.

Kuşaklar arasındaki farklar hızla keskinleşiyor. Yaşlıların kadim yakınmasının nesnel haklılığı her geçen yıl artıyor. Bu kitap en azından, gençler, çocuklar ne zaman, ne durumlarda, neler düşünüyor, nasıl görüyor, nasıl yaşıyoru öğrenmek için okunmalı.