Yeni Türkiye'nin tehlikeli macerası

AKP 2023 yılını hedef olarak belirlerken işbaşına Davutoğlu'nun getirilmesi ancak çoklu denklemle çözülecek bir durum gibi gözükmektedir. Üstelik denklemin değişkenleri arasında iç dinamiklerin yanında dış dinamikler de yer almaktadır. Yeni model fantezisine iç dinamikler aktif, dış dinamikler ise pasif olarak girmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu İslam'ın durgun asude havasında derin uykusunu sürdürürken Batı'nın teknik ilerlemesi karşısında uyanıp, kılık kıyafet, yönetim ve hukuk alanında bazı değişikliklere yönelmiş ise de, Batı'nın gelişme ve ilerlemesindeki gerçek dinamikleri görememiş ya da görmüş olsa da çok geç olduğunu anlamış idi. Bu küllerden sıyrılan yeni ülke Batı'ya yüzünü dönerken, bataklıkta yüzen ve emperyalistlerin cirit attığı, hatta tarikatlar kanalından Türkiye'ye de sızmaya çalışan, siyasi manipülasyonların hakim olduğu alandan uzaklaşmayı hedeflemiştir. Politika ve ideoloji olarak uzaklaşılmaya çalışılan güney komşularımızla hemen hiçbir ihtilafa girilmeden, "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi çerçevesinde, içte kültürel silkiniş ve ekonomik kalkınma faaliyetlerine girişilmiş, 1929 krizi ertesinde devletçilik ilkesi ile de sanayileşmenin temelleri atılmıştır. Sosyalizm tartışmaları bir yana, salt reel yürüyüş olarak bakıldığında, bugün bu politikaların, tüm eksiklikleri ve sürecin tamamlanmamış olmasına rağmen, ne denli isabetli olduğu, AKP yönetiminin tüm perdeleyici manevralarına rağmen, gün gibi ortadadır.

Davutoğlu, çiçeği burnunda başbakan olarak ne hazindir ki, derinlik, demokrasi, özgürlük, vs gibi içi boş söylemlere sığınırken, programda kenara sıkıştırılmış olan ekonomi , teknoloji, işsizlik vb gibi temel sorunlara gereği kadar ve derinlemesine değinmemektedir. Davutoğlu, kuşkusuz, hocalık döneminde ve yazdığı koca kitaba çaba harcarken, Osmanlı'nın batışını engellemeye yönelik son döneminde ortaya çıkan dört akımdan biri olan "İslamcılık" akımını da incelemiş ve sonuçlarına da vakıf olmuştur. Ne var ki, Batı'nın yükselişi karşısında Osmanlı'nın geri kalmasında İslam'ın buna yol açmadığı tezine dayandırılan İslamcılık görüşünde, Batı dünyasının okullarında öğrencilere İncil hatmettirip, Hazreti İsa'nın yaşam öyküsü körü körüne ezberletilerek sonuca gidilmediğini göremediler, görmek istemediler. Hatta, daha da ileri giderek, Osmanlı'nın gerilemesine İslam'ın yol açmadığı, bununla beraber, Batı'nın ilerlemesine karşın ahlakî çöküşte olduğu görüşüne dayanılarak, tüm İslam dünyasının birleşmesiyle Batı dünyası politikalarına karşı çıkılabileceğini düşündüler. Osmanlı bu hurafelerle uğraşırken Batı dünyasında nerede ise birinci sanayi aşaması aşılıyor, bilim dünyasında fen ve sosyal bilimlerde akıl almaz ilerlemeler gerçekleştiriliyordu. Osmanlı'nın son dönemlerinin imbiklenmiş görüş, profesör Mümtaz Turhan'ın Garplılaşmanın Neresindeyiz başlıklı risalesindeki, Japonya örneği de kullanılarak, Batının tekniğini alıp, harsımızı terk etmemeliydik anlayışında ifadesini bulmuştur. Hoca'ya bunları söylemek beni aşar, ama vaktiyle olumsuzluğu kanıtlanmış bir görüşe günümüz koşullarında sarılması da hocanın kapasite sığlığını sergiler.

Günümüzün oluşmuş devletler koşulunda, onun da üzerinde tüm devletleri ekonomik havuzda harmanlamaya yönelen kapitalist küreselleşme politikalarında, dünyanın önemli bir bölümünü oluşturan İslam dünyasını tek hakimiyet altında birleştirmenin ve bunun liderliğine soyunmanın nasıl olacağı, ne ifade edeceği ve bu tür politikaların ne tür müdahalelerle karşılaşacağı, bir kapasite meselesi olmakla beraber, ince ince düşünülmelidir. Kapitalizmden taviz vermeden, kapitalizmin genişleme politikasını yağlayan ideolojiyi bu kez Batı'ya karşı birleştirici bir araç olarak kullanmak akla uygun olmadığı gibi, aynı zamanda da çelişkili mantık ifadesidir. Yüz yıl öncesi koca imparatorluğu salaha kavuşturmayan bir düşünce akımının günümüz koşullarında hayalin de ötesinde bir macera olacağı çok açıktır. Batı dünyası eğitimini daha 19. yüzyılın başında laikleştirmiştir. Karl Wilhelm von Humbold'un Prusya Eğitim Bakanı olarak 1810 yılında Berlin Üniversitesi'ni kurarken, salt bilimsel gerçeklere yer verdiğini ve bu bağlamda felsefeyi öne çıkardığını derin hocanın okumasını ve Milli Eğitim Bakanı'na da okutmasını tavsiye ederim. Bundan ikibuçuk asır önce Batı dünyası felsefeye ve bilime önem veriyor, 21. asırda en köklü üniversitemiz İTÜ'de değerli bir hocamız bilimin ikinci plana atılarak kadrolaşmaya gidildiği gerekçesi ile kutsal görevinden ayrılmak durumunda bırakılıyor!

Bu karmaşa karşısında insan düşünmeden edemiyor. Acaba, AKP aldığı ihaleyi mi sürdürmektedir. Şöyle ki, İslam dünyasına doğrudan giremeyen emperyalist ajanlar, gerçek ajan olarak onlardan bir ülkeyi mi, biraz da dönüştürerek, itmeye çalışmaktadır. Nitekim, hemen her politikacının övmekle bitiremediği hoca efendinin dünyanın dört bir yanındaki okulların fonksiyonu da Türkçe üzerinden, Rusya'ya karşı, ABD ve sair emperyalistlerin etkisini oluşturmak mıdır!

Eğer Türkiye özgür bir ülke ise, bu politikalara taviz vermemelidir. Zira bunlar iki açıdan çok tehlikeli politikalardır. Birincisi, henüz laikleşmemiş İslam ile oynamak, Türkiye gibi esnaf ve vulgar kültür üzerinde tutunan, felsefeden uzak ve salt şekle bürünmüş bir inanç sistemi olarak derhal kontrolden çıkabilir ve fanatizme yönelebilir. Nitekim bunun örnekleri çokça yaşanmıştır. Bunlara ilaveten ikinci olarak, İslam dünyası homojen değildir. Henüz laikleşmemiş ve kıvılcımların sönmesi için en az daha bir asrın gerekli olduğu İslam dünyasında sürdürülen tarikat ve mezhep kavgaları hoca mantığı ile alt edilir bir süreç değildir. Yüz yıl önce görülmüş ve yaşanmış bir deneyin bugünkü koşullarda yinelenmesi ülke için yanlıştır, tehlikelidir ve ülkeyi geri bıraktırıcı özelliği taşımaktadır. İslam dünyası, sözüne itaat edip hocanı etrafında şekillense dahi (senaryo olarak!), önlenemeyecek mezhep ve tarikat kavgaları, Batı dünyasının bu alanı rant elde ederek bölmesine yol açacak en önemli bir neden olabilir.

Düşünsel derinliği hayal aleminin diplerine değin vasi alim hocamızın, yanına denetleyici bekçiler de koyularak, bu makama getirilmesi, çok ince bir hesabın sonucu olabilir. Şöyle ki, bu süreçte derin hocamız, sorumluluğu artırılmış görüntüsünde, yukarıdan ve yanına yerleştirilmiş zabıtalarla denetime tabi tutulup, politik derinlik denemelerini yapabileceği laboratuar koltuğu da altından alınmış olarak, asılı bir konuma itilmiş oldu. Böylece, kısa dönemli laboratuar deneyleri engellenmiş, karşılaşacağı sıkıntılarla gücünü kaybetmiş olarak, derin hocamızın salt başbakanlığı değil, parti başkanlığı dahi sanal hale gelmiş ya da getirilmiş olmaktadır. Bu durum, tek adam yönetimi, salt kişisel hırslarla değil, AKP'nin demokrasi anlayışı ve zihniyeti ile açıklanabilir. Baştan beri malum olan bu durum son Anayasa oylamasında da netleşmiş idi. Her halde bu durumun derin çözümlemesini de "yetmez, ama evet" takımının ileri zamanlardaki derin anlatım ve ifadelerinde göreceğiz!