Üniversite Konseyleri Derneği toplantısının ardından

Üniversite Konseyleri Derneği, 17 Ocak 2015 Cumartesi günü "Nasıl Bir Türkiye, Nasıl Bir Üniversite" konusunda bir günlük, üç oturumdan oluşan bir kurultay düzenledi. Kurultaya katılım daha iyi olabilirdi, ancak bildiriler ve tartışmalar olumlu ve ufuk açıcı idi. Kongrenin sonuç bildirgesine internetten ulaşılabilir olduğundan, burada sadece ilgimi çeken ana temalara değinmekle yetineceğim.

Hemen tüm sunumlarda yansıyan genel havada, olumsuz gidişin genel karamsarlığı yanında çıkış kodlarının ip uçları seziliyordu, diyebilirim. Ne var ki, olumsuz gelişmelerin karamsarlığının somutluğu ve netliği karşısında, çıkış yolları tartışmalarının simetrik olmadığı da açıkça görülüyordu. Doğaldır ki, sorunlara neden olan karanlık gidişatı ortadan kaldırmak, gidişatı analiz etmek ve/veya açıklamak kadar kolay olmamaktadır. Bu durum bizi kesinlikle yeise sürüklememelidir, zira çözüme yönelmenin ilk koşulu isabetli durum saptaması yapmaktır. Bence kurultayda durum saptaması fevkalade sağlıklı olarak yapılmıştır.

Durum saptamasının güçlü ve zayıf noktaları vardı. Üniversitelerin böylesi hızlı çöküşüne yol açan sebebin sadece siyasette aranması bence önemli bir eksiklik ya da neden saptama zafiyetidir. Açıktır ki, bu konuda AKP'nin tarihsel günahı hiçbir şekilde silinemeyecek kadar büyüktür. Ancak, şu da hatırdan çıkarılmamalıdır ki, AKP'nin tarihsel misyonu da uzun bir geçmişe ve günümüzün emperyalizm düzenine dayanmaktadır. Bu nedenle, ulusların tarihini ve yürüyüşlerini salt insanlar ya da siyasi partiler üzerinden anlamak ve anlatmak sosyo-ekonomik nedenselliklerin açıklanmasında zafiyet işaretidir. Nitekim, İzge Günal hoca da, çok büyük bir isabetle, ülkemize bu habaseti salan idari, siyasi ya da yargısal alanlardaki insanların araştırıldığında çok da fena insanlar olmadığının görüleceğini ifade etti. Ancak, bu insanlar bir dünya sisteminde ve devlet makinesi içinde iş yapmaktalar. Söz konusu "fena olmayan" bu insanlar bu kadar suçsuz mu? Sanırım tartışılmadan açık bırakılan alan burası idi. Oy hırsızlığı ya da sadaka kültürü ile iktidarı işgal etme durumunda olan bir kadro bir şekilde oy alıyorsa, o zaman başka bir alana, daha geniş alana bakmak durumundayız. 17-25 Aralık depremine rağmen cumhurbaşkanını bu halkın önemli bir bölümü seçmedi mi! Bu durum siyaseti meşrulaştırmaz, ama bizim siyaset dilimizin belirlenmesinde yol gösterici olur.

Üniversite Konseyleri Derneği bir üniversite camiası kuruluşudur, ancak, amaçlarını halklara anlatabilmek için yöntemini ve dilini ona göre yönetmesinin amaca daha uygun olacağını düşünüyorum. Konsey mensupları sıfatıyla, siyasetçi değiliz, oy kaygımız da yok, ancak, halklara bir şeyler anlatma kaygımız var ve olmalıdır da! Çünkü, hiç değilse kısa dönemde siyaseti belirleyen halktır. Üretim ilişkisini de, sömürü konusunu da halka bir şekilde anlatmak durumundayız. Bugünün siyasi karar ajanları ekonomik ve siyasi güç açısından en yukarıda ve bir dereceye kadar halktan da soyutlanmış görülebilir. Ancak, yönetsel ve yargısal kurumlarda görev yapanlar halkın içinde ve arasındadır. Bu insanlar gördükleri görevler ve aldıkları yargısal kararlarla halkın içinde ya içselleştiriliyorlar ya da dışlanıyorlardır. Özellikle yargısal erk ve bu alanda görev yapan ajanlar aile meclislerinden tutun da daha geniş toplantılarda ya kabullenir ya da dışlanırlar. Ben böyle bir turnusol testi ortamı yaratmanın fevkalade gerekli, hatta yararlı olduğunu düşünüyorum. Halka ne verdik ki, onu sorumlu tutalım, derken, aynı bağlamda, kendimizi de halka ne kadar yaklaştık ki, ondan bir şeyler bekleyelim, diye sorgulamamız gerekmektedir. Hiç öyle fazla abartmayalım, halkımız hem ekonomik anlamda geridir, hem de sosyolojik anlamda gericidir. Ancak bu ve benzeri ifadeleri biraz daha dikkatli ve halkı incitmeyecek şekilde kullanmak gerekir diye düşünüyorum. Zira, tüm halkı bir şekilde kucaklamamız hedefleniyorken, incitilmesi gereken kesimlere mesaj iletmek isterken, ki bu gerekebilir de(!), toplumun büyük bir kesimini kaybediyor olabiliriz. Belki de, "mücadele dili ve üslubu" konusunda bir toplantı ya da kurultay yapmak yararlı olabilir. Aksi halde, kendi içimizde ve kendi kendimizle konuşmuş oluruz.

Kongrede beyin göçü meselesi de ele alınan diğer önemli bir konu idi. Benim de çok yaralı olduğum bir konudur bu. Beyin göçünün önündeki en önemli mücadele aracı, Rahşan Nazlı Somel'in çok güzel belirttiği gibi, siyasi mücadele alanı görüşüdür. Bu görüş insanımızı topluma bağlayabilir. Bilgiye ulaşmak, bilgiyi alıp getirmek hep böyle bir mücadele aracı olarak görüldüğünde ancak anlamlı olur. Bununla beraber, bu konuda üniversitelerimize de çok büyük görevler düşmektedir. Hepimizin bildiği konuyu yinelememek adına şu kadarını söyleyebilirim ki, maalesef, ülkemiz ve kurumlarımız diğer alanlarda kaçıncı sırada olabilir bilemem, ama değerli insanımızı kovmada kesinlikle ilk sıralardadır, belki de en öndedir, diyebilirim.

Her alanda olduğu gibi, plansızlık ve programsızlık eğitim alanında da tüm haşmeti ile yürürlüktedir. ÖYP meselesinden yüksek lisanslı ya da doktoralı işsizler konusu gerçekten sorunun boyutunu acı bir şekilde önümüze sermektedir. Tüm bu ve benzeri meselelerin konuşulduğu kongre çok verimli geçti ve meselelerimizi daha geniş boyutlarda konuşma ve tartışma teşviki yarattı.