Ülkenin hazin geleceği

Ekonomik Birliklerin çok önemli bir işleyiş kuramı vardır. Üretim faktörlerinin serbest hareket edebileceği koşulu altında nitelikli öğeler merkeze doğru hareket ederken, çevre ile merkez arasında giderek açılan nitelik farkı ortaya çıkar. Günümüzün küreselleşme koşulunda da benzer süreç yaşanır. Günümüzün gelişmekte olan ekonomilerinde eğitimli yetişmiş genç neslin merkez ülkelere doğru hareketlendiği öteden beri bilinmektedir. Beyin göçü olarak bilinen söz konusu göç merkez ekonomilerde nitelikli eleman maliyetini görece ucuzlatırken, gelişmekte olan ekonomilerde giderek kıtlaşan nitelikli eleman maliyetini görece yükseltme eğilimi taşır. Beyin göçüne ilaveten bu elemanların gelişmekte olan ekonomilere yıktığı ilk, orta ve yüksek eğitim masraflarını da dikkate alırsak, beyin göçünden kimlerin kazançlı kimlerin zararlı çıktığını net olarak görebiliriz.

Geçen günlerde cumhurbaşkanının vatandaşlıktan ihraç gibi sağduyu eseri olmayan ifadesi fevkalade üzücüdür. Önceleri üç çocuk, daha sonraları bunu beş çocuğa kadar çıkaran cumhurbaşkanının toplumun binbir emek ve maliyetle yetiştirdiği elemanlar için böylesi ifadede bulunması ne basiretli bir siyasetçinin tasavvuru olabilir ne de ülke yararına sarf edilmiş bir ifade olarak kabul edilebilir. Dünya ölçeğinde oldukça hızlı nüfus büyüme hızına sahip bir ülke olan Türkiye, ne yazık ki, kaliteli eleman üretiminde aynı hızı tutturamadığı gibi, tam tersine, gerileme eğilimi içinde seyretmektedir. Gerek İnsani Gelişme İndekslerinde geri düzeyde kalan gerekse uluslararası denemelerde yakın gelişmişlik düzeyindeki ülke gençleri ile dahi yarışabilecek kapasiteye sahip olmayan gençlikle övünmemiz bugün için  insani olabilir fakat gelecek açısından manidar değildir. Gençlerimiz için yarın övünecek önlemleri bugünden almalı ve ona göre çalışmalıyız. Zira önümüzdeki günlerde yeryüzünde geçerli olacak tek akçe bilgi ve yaratıcılık olacaktır.

Yaratıcılık sözcüğü çoğu durumda bizi yanıltmaktadır. Bazı davranışlarımız ya da becerimiz yaratıcılık olarak görülmektedir. Çoğu durumlarda akla zarar olabilecek pratikliğimizi, daha doğrusu cahil atılganlığımızı yaratıcılık olarak değerlendirebiliyoruz. Ne var ki, böylesi davranışlar yaratıcık değil, bizatihi cehalettir! Beceri olarak algıladığımız cahil cesareti atılganlıklarımızı terk etmeden gerçek yaratıcılığa yönelemeyiz. He hazindir ki, cahil cesaretini, ülkeye olağanüstü zarar verecek şekilde siyasi alanda da devreye sokabilmekteyiz.

Cahilliğin bir boyutu da aydın davranışını ve düşünce yöntemini reddetmek ve baskılamaktır. Böylesi davranışın çok temel nedeni, cahilin anlamlı ve tutarlı fikirsel tartışma yapma yeteneğine sahip olmamasıdır. Bu durumda takınılacak tavır yüksek tondan karşıdakini baskılamaktır. Mikro boyutta bireysel karşılaşmalarda görülen böylesi tavırlar makro boyutta ülkesel çapta eğitimli gençlerin ülkeyi terk etmeye zorlanma şeklinde tezahür etmektedir. Her açıdan yetişmiş kaliteli gençlerimiz ülkeyi terk ederken ülkede açtıkları yara bir insan kaybından çok daha büyüktür. Bu gençleri engellemek söz konusu değildir, böyle bir şey olamaz. Ancak bu yarayı sarabilmek için, gençlerin ülkeyi geçici ya da kalıcı terk nedenlerini irdelemek ve olumsuz koşulları ortadan kaldırmaya çalışmalıyız.

Beyin göçü esas olarak ekonomik nedenlere dayanır. İleri ülkenin cazibesi yanında geri ülkenin itmesi de kaliteli emeğin merkeze doğru göçünü tetikler. Ülkemizde gençlerin ülkeyi terke zorlayan sebepleri salt ekonomik koşullara bağlayamayız. İtmenin önemli bölümünü ekonomik koşullar oluşturuyor olmakla beraber, günümüzde giderek yükselen siyasal koşullar da beyin göçünde fevkalade etkili olmaktadır. Siyasetin ilk eğitimden başlayarak gençleri ve bireyleri belli kalıplarda şekillendirmeye çalışması yaşam alanını daraltmakta ve yaşam koşullarını çekilmez kılmaktadır. Varsıl ailelerin kamu okullarından kaçmaları çok manidardır. Eğitimin çeşitli alanlarındaki sınavların yapılış şekli, sınav soruları ve hemen her sınavda kliklerin veya yandaşların çeşitli şekillerde kayırılmaları ya da bu yönde ortaya atılan moral bozucu söylentiler tahsilin her aşamasını çekilmez kılmaktadır. Tahsil sonrasında iş bulmada da, özellikle kamu alanlarına girmede karşılaşılan haksızlıklar ve yanlışlar gençleri bunaltmaktadır. Bugün paralel yapı olarak nitelenen ekibin geçmişteki uygulamasını, geçmişi reddeden bugünkü siyasi erkin devreye sokarak sadakatin liyakatin önüne geçmesi hem ekonomide verim kaybına yol açmakta hem de gençleri ülke politikasına soğutmaktadır.

Tüm acıların samimiyetle konuşulup, hal yoluna sokulması gerekirken, ülke yararına düşünce ve fikrini samimiyetle ifade eden akademisyenlerin mağdur edilmesi anlaşılması olanaksız ciddi bir haksızlık ve akademiyi çökertme girişimidir. Bir akademisyen isteyerek ya da sehven teröre destek sağlamış olabilir. Ancak önceleri bin küsur akademisyenin, daha sonra rakamın iki bini aştığı bir akademisyen topluluğunun teröre destek verdiğinin iddia edilmesi komik olmaktan da öte bir saçmalıktır. Öyle anlaşılıyor ki amaç, ABD’de bir zamanların komünizm aleyhtarlığı Macartism’e benzer bir suçlama ile akademiyi susturup, belirli amaca yönelik bazı siyasi manevraların akademik çevrelerce yüksek sesle deşifre edilmesinin engellenmesidir. Ne var ki, siyaset salt siyasi çevreye münhasır değildir. Siyasi çevre siyasetin yapımcısıdır. Akademi ise görevi gereği, siyaseti ve siyasetçiyi eleştirerek yürütülen politikaları topluma yansıtıp toplumsal katmanlarda tartışılmasını sağlayarak demokrasiye olabildiğince güçlü zemin hazırlamakla yükümlüdür. Hele de parlamentonun etkinliğini yitirdiği, kuvvetler ayırımı ilkesinin zayıflatıldığı ortamlarda, akademinin siyasetçiyi izleme ve topluma ışık tutma işlevi bir kata daha önem kazanmaktadır. Akademinin bu görevi, maaş adı altında toplumdan aldığı paranın iadesi mecburiyetinden kaynaklanmaktadır.