Toplum vicdanı yargıda yansır

Siyasetin yargıyı baskı altına almasının zirveye ulaştığı nokta, artık yargı erkinin vicdanının devreye girdiği ve siyasetten bağımsızlaşmaya yöneldiği andır. Dündar ve Gül hakkında Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Barış imzacısı dört meslektaşımız hakkında yine yargının verdiği karar, istenen düzeyde olmasa da, gönüllere inşirah salacak gelişmelerin ipuçlarını vermiştir. Yıllar sonra, insanlar perişan olduktan, kimileri yaşamlarını yitirdikten, bazı toplumsal kurumlar çökertildikten sonra Yargıtay’ın verdiği karar da yargı erkinde artık ciddiyetin ve güvenilirliğin hâkim olması gerektiği kanaatinin yerleşmeye başladığının kanıtı olsa gerek. Tüm bu olumlu gözüken gelişmelerde dış baskılar yanında parti içi gelişmelerin de çok önemli etkisi olduğu yadsınamaz. Küreselleşme çağında hiçbir siyasinin “burası Türkiye, siz kim oluyorsunuz” gibisinden bir serzenişte bulunması söz konusu olamaz.

Toplumbilimciler için günümüz Türkiye’si muazzam bir sosyal laboratuvar oluşturmaktadır. Batı’nın 300 yılı aşkın döneme yaydığı aşamaları çok kısa bir zamanında hızla geçmeye çalışan bir ülkede yaşananlar ekonomik ve sosyo-politik açılardan ilginç akademik görüntüler sergilemektedir. Yeterince gelişememiş ilerici güçler karşısında bir türlü geriletilemeyen gerici ve tutucu güçlerin yükseldiği dönemde işbaşına gelmiş olan AKP iktidarının zamanla gerçek amacı netleşmektedir. İlk dönemlerin Batıya göz kırpan aldatıcı politika örtüsü altında ilerleyen AKP iktidarının, zamanla güçlendikçe, tüm toplumu kapsayıcı siyasi yapı olmayıp, bir kesimin yükselişini temsilen, ideolojisini yayma amacı olduğu netleşmiştir. Bu amaç çerçevesinde, 23 Nisan’da millete emanet edilen “ulusal egemenlik” zorla yukarıda tek elde toplanmaya çalışılmaktadır. Milletin elinde tutamadığı egemenlik hakkı uçan balon misali yükselirken, ulusu kaale almayanın avucunda kısmen kişisel arzu kısmen de emperyalizm hizmeti doğrultusunda kullanıma açık hale gelir. Egemenliğin ulusa emanet edildiği günü kutsamaktan aciz bir siyasal erkin ulusa demokratik bir anayasa kazandırabileceği görüşü olağanüstü bir trajikomik sav olsa gerek!

Siyasal erk her zaman ve hemen her toplumda gücü elinde tutma eğilimindedir. Demokrasi ise, bu eğilime zıttır. Siyasi erkin bu eğilimini törpülemek içindir ki, feodalizmden ulus devlet yapısına geçişte çeşitli formda demokratik anayasalar devreye girmiştir. Bu nedenledir ki, Osmanlı padişahlarının kulağına her daim “gururlanma padişahım, senden büyük Allah vardır” fısıldanırdı. Bu kurallara uyulmadığı her koşulda tüm kararlar ve icraat, halka rağmen, egemen iradeye göre şekillenir. Diğer bir ifade ile, çağdaş yönetim anlayışına aykırı olarak uygulanan güdüleme, kişisel hırsa ve, daha da fecisi, kişisel hırslarla işlenmiş kabahatlerin örtülmesine yönelik cüretlere göre şekillenir.

Küresel egemenin boyunduruğu ve rızasında şekillenen yerel gücü frenleyebilecek tek merci, doğal olarak, halktır. Ne var ki, halk dürtü ve irade açılarından atomize ve dezorganizedir. Hal böyle olunca, durumdan rahatsız olan maşeri vicdanı yansıtacak yegâne organize örgüt olarak, gücünü toplumsal örf ve evrensel düşünce ve yazılı kaynaklardan alan yargı erki ortaya çıkar. Bundan dolayıdır ki, siyasal yapı üniversite, medya vb gibi kamuoyunu bilgilendirip harekete geçirebilecek merkezlerle birlikte yargı erkini de baskı altına alır. Baskı dönemlerinde yazılı hukuk metinlerinin değiştirilmesi iktidarın niyetini açık edeceğinden, bu yola gidilmeden yargı erki yönetsel ve cezaî yöntemlerle baskı altında tutulur. Yargıya açık veya örtülü direktifler verilir. Yargı erkinin görev yer ve süreleri üzerinde iradi işlemlere tevessül edilir. Tüm böylesi hak tanımayan usulsüzlükler ülke savunması olarak halka yansıtılır. Bu konular yıllar sonra sosyal antropoloji doktora konularına çok zengin malzeme oluşturacaktır. Böylesi zengin malzemenin başköşesinde “yetmez, ama evet” çiler yer alacaktır. Bugün, eserlerinin canlı örneği çok acı biçimde yaşanırken dahi sıkılma emaresi göstermeyen bu dostların(!), ileride, etkinin görece hafiflediği dönemlerde de, tabii ki hiçbir sıkılma emaresi dahi göstermeden yine sahnede yerlerini alacaklarından adım gibi eminim.

Yargı, siyaset örgütü ve işleyişinden farklı olarak, ulusal ve uluslararası olduğu kadar genel etik ve örf kurallarına oldukça bağlı olup, hızla değişen alt-yapıya uyum sağlamada gecikir. Günümüzde yaşandığı üzere, sosyo-kültürel alt-yapıyı tüm toplumsal ve uluslararası teamül ve etik kurallarının dışına çıkaracak şekilde yapılandırıcı politikayı devreye sokmaya yeltenen siyasal yapının yargı erkini baskı altına alması, alt-yapı ile yargı arasındaki olağan uyumsuzluktan farklı bir durum ortaya koyar. Siyasal erkin amacı doğrultusunda yargı erkini baskı altına alması durumunda, ilk dönemlerdeki şaşkınlık ve tereddüt dalgasını atlatan yargı erki, orta ve uzun dönemde asıl işlevi olan evrensel ve toplumsal vicdanı yansıtma konumuna mutlaka döner. Siyasal erkin tüm yasa yapma, hatta usulsüz ve siyasi etik kurallarına aykırı olarak da olsa, süreç esnasında yasa değiştirme yetkisine rağmen, yargının adeta karşı koyulamaz yerçekimi cazibesine kapılmışçasına uzun dönemde toplumsal vicdana dönme amaç ve eğilimini engelleyemez. Umalım ki, Türkiye giderek uyanarak örgütlenen toplumun güç ve vicdanı yansıtan yargı erki ile güzel yarınlara ulaşacaktır.