Tehlikeli benzeşmeler

                Bireyin algılaması, özel haller dışında, algıladığına yabancılaşmasıdır. Yabancılaşma, algılanan ve algılayan şeklinde iki ayrı varlık modeli içinde, bireyi algıladığı cisimden uzak tutar. Yabancılaşma süreci, bireyin algıladığını çarpık değerlemesine, yanlış karar vermesine yol açabilir olmakla beraber, algıladığı olgu hakkında, yanlış veya doğru, fakat iradi karar vermesine sebep olur. Zira, yabancılaşmama halinde, yani olayın çok yoğun ve vecd içinde algılandığı durumda yanlış karar verme olasılığı çok yüksektir. Vecd ile yapılan algılamalarda görülen şuursuz davranışlar yabancılaşmada söz konusu olmayabilir. Dünkü sevgililer gününe denk gelircesine, yoğun aşk ortamlarında aklın devre dışına çıkması nedeniyle yabancılaşma yaşanmaz; bir bakıma olayın içine girilir. Hangi durumun daha iyi olduğu, açıktır ki, kişiye ve ortama göre değişebilir. Sevgililer gününün oluşturulması, ticari amaçlar dışında, yılda bir gün hülya aleminde mutlu olmayı mı, yoksa yaşamın labirentinde unutulan mutlu olmayı hatırlatmayı mı amaçlamaktadır, bilemiyorum. Sevgi dünyasından çıkıp, gerçek dünyasına, özellikle de siyaset arenasına daldığımızda algılanan olguya yabancılaşmadan vecd ile sarılmanın çok tehlikeli olduğu çok açık ve nettir.

                Açılım denen bir olay yaşadık. Ucu açık açılımda siyasetçiler mi yoksa bundan yararlananlar mı simülakrlar geliştirdi, kuşkuludur. Öyle gözüküyor ki, farklı amaçlarla açılım kulvarında karşılaşan taraflardan biri muhtemelen oy sarhoşluğu ve olayı çözerek tarihe geçme(!) vecdi içinde kendisinden geçerken, diğer taraf olayın sarhoşluğuna kapılmadan, planını ciddi olarak uygulamaya koyabildi. Sonuçta bugün fevkalade olumsuz bir siyasi ve toplumsal tablo ile karşı karşıya kaldık.

                Lozan üzerinde olumsuzluk senaryoları çizenlerin, sınırlarımızın küçültüldüğünü ileri sürerken, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı liderlerinin tüm süreci, vecd içinde şuursuzca değil, yabancılaşarak bilinçle  algılayıp, Musul’a kadar niçin ilerlemediklerini anlayamamaktadırlar. Siyaset sahnesinde olayın içine girip vecd içinde yok olmak, siyasetçiyi ve ülkeyi tehlikeye atar. Hitler’in Almanya’yı sürüklediği macera Hitler ve çevresinin ilk aşalarda kaydettikleri gelişmeler içinde basiretlerinin kaybolmasından başka yerde aranmamalıdır.

                Tekrar açılım meselesine dönersek, silahların susmasını ve bazı alanlarda mesafe katetmenin işlerin iyiye gittiği ve kangren olmuş bu tarihsel sorunun yağdan kıl çekercesine çözülebileceği şeklinde yorumlamak bayağı bir akıl ve siyasi maharet işi olsa gerek! Tarihte olaylar, özdeyişin aksine, tekerrür etmediğinden, siyasi liderlikte basiret ve ileriyi görme ya da sezme yeteneği fevkalade önemlidir. İşte basiretsizliğin sonucu; bugün buralardayız ve bugün girişilen siyasi operasyonun toplumsal çalkantılarını ve halklar arasında yaşananların etkilerini uzun yıllar çekeceğiz gibi gözüküyor.

                Önümüzde şimdi de bir Suriye meselesi var. Suriye meselesi hiç de basit bir mesele değil; siyasilerin kitlendikleri hedef açısından olduğu kadar, olası sonuçları açısından da fevkalade karmaşık görüntüde bir meseledir Suriye konusu. Bir kere, mesele Suriye konusu olmayıp, Ortadoğu’da Rusya ABD çekişmesi ve buna dayalı olarak, siyasilerin Rusya’yı itham ettiği, etnik temizleme ya da ayıklama meselesidir. Suriye sorunu bağlamında iki devin arasına girmenin yanında, sünni kesimin liderliğine oynamak da çok ciddi bir risktir. Çünkü karşıda büyük bir kesim bulunmakta, ayrıca tarihin bu aşamasında böylesi bir aşiret kotarması arkasından gidilecek bir mesele olmayıp, çağ dışı bir yaklaşımdır. Öyle gözüküyor ki, önce kabile oluşturup, mücadele sonucunda, artık halife mi olunur ya da başka bir şey mi, kabilenin reisi olunmaya çalışılmaktadır. Tabii bu arada petrol meselesi de bir miktar halledilmiş olabilir, diye düşünülmektedir. Suriye konusunda dışarıda kısmen gerçeğe yönelik ama kısmen rol olarak bu riskler alınırken, her olayda olduğu gibi, içeride de tabanı tahkim ederek bir anayasa ve başkanlık sisteminin kotarılmasına yönelinelecektir. Açılım meselesi ile Suriye meselesi, siyasinin olayın üzerine gidişi, olayın görünür yüzünden farklı art amaç güdülmesi açılarından biribiri ile çok benzeşmektedir.

                Kabımıza sığmadan üzerine gidilen tüm iç ve dış çatışmalarda hedef içte tahkim ve başkanlık sultasının gerçekleştirilmesidir. Başkanlık tartışmasını teorik düzeyde ve bazı ülke uygulamalarına bakarak yapmanın Türkiye bakımından akıl ve mantıkla izanla açıklanır bir yanı yoktur. Ciddi akademisyenlerin ekranlara çıkıp, onlarca bilgi ve veri ile nerede başkanlık var, hangisi yarım ya da tam meselesi üzerinde ilmi ifadeler sarf etmeleri gerçekten komediden öte gitmiyor. Zira, Türkiye’nin meselesi anlatıldığı gibi teorik bir mesele değildir. “Yetmez, ama evet” tuluatına olumlu oy verenler bugünden vicdanen sorumlu olmalılar! Kaldı ki, yeni anayasada tüm başlangıç maddeleri dahi değiştirilebilecek ise, cumhurbaşkanlığının halk tarafından seçilme hükmü niçin değişmesin ki! İnsanın aklı ile alay mı ediliyor! Türkiye gibi derin biat kültüründen gelen, bir üniversite üst düzey yetkilisinin resmi bir programda bir siyasinin elini öpme düzeyine indiği yerde otoriteyi tek kişiye devretmek çılgınlıktır, cinnettir. Tam tersi, Türkiye’de kararların çok kademeli derin bürokratik sistemden geçirilmesi demokrasinin garantisidir. Böylece, belki karar bir yerlerde takılır da ülke bir badireden kurtulabilir.