Tatilciler

"Tatil" sözcüğü "atalet" kavramıyla ilintili olarak, "boş kalma" ya da "çalışmaya ara verme" anlamına geldiğinden, biyolojik faaliyetleri için kullanılabilir, ancak beyinsel faaliyetler açısından abes bir kavramdır. Kısacası, beynimiz tatil yapmıyor, fakat farklı ortamlarda farklı doz ve fazlarda olarak devamlı çalışıyormuş. Rüya görmemiz bunun en önemli kanıtı olsa gerek. Üç haftaya yaklaşan süre için dinlenme dönemimde, etrafı temaşa ettiğimde Aziz Nesin ile tatil sözcüğünün ilginç bir bileşimi oluştu kafamda. Lütfen, Aziz Nesin'in halkımız için saptadığı son oranı hatırlayalım. Düşünüyorum da, acaba Aziz Nesin söz konusu oranı ifade ederken biyolojik alanda bir buluşa mı imza atıyordu! Şöyle ki, biyoloji kuralına göre beynimiz tatilde olamayacağına göre, acaba Aziz Nesin toplumun beyninin tatilde olduğu bir dönemi yakalamıştı da, biyoloji alanına böylesine istisnai yeni bir kural mı getiriyordu!

Türkiye fevkalade kritik bir dönemden geçiyor; öylesine kritik ki, Hitler'in Sovyetlere saldırısının ağır bedelini Alman halkının fevkalade zor koşullarda ödemeye mecbur olması gibi, AKP ve fiili başkanının emellerinin gerçekleştirilmesine yönelik tüm hukuk dışı atılımların bedelini de halkımız gelecek uzun dönemde çok ağır şekilde ödeyecek, belki de altından kalkamayacaktır.

Bazı kalemşorların söylediklerine ya da liderin propaganda nutuklarında halkın tavır ve davranışlarına baktığımda meselenin beni aştığını, sergilenen patolojik davranış ve zeka parıltılarının(!) ancak bir sosyal psikolog tarafından yorumlanabileceğini düşünüyorum. Yaşadığımız problemlerin üstün zekalılar tarafından bir açıklaması, yükselen Türkiye'nin ayağına bu durumu çekemeyenler tarafından ket vurulması şeklinde yapılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bu akılsızlık şahikası açıklamayı yapanlar, ülkenin tüm kamusal malvarlıklarının AKP yönetimi tarafından haraç-mezat satışını ülkeyi ve ekonomiyi yükseltici, dolayısıyla düşmanlarımızı kıskandırıcı bir süreç olarak yorumlamaktalar. Yine öyle anlaşılıyor ki, bu üstün zekalılar ülkeyi sanayisizleştirip montaj rampasına oturtan 2000 yılı IMF-Derviş programının AKP tarafından büyük bir sadakatle uygulanmasını da  ülkeyi şahlandırıcı ve düşmanlarımızı kıskandırıcı bir politika olarak gördüler. Ve, inanılmaz bir gaflet içinde, bugün "paralel" olarak nitelenen cemaat grubu ve bağlantılı hukuk kurumları ile toplumun temel kurumları hallaç pamuğu gibi atılırken aklını tatile çıkaranlar, bugün uyanıp(!) hatırlayamadıkları zamanda işlenen toplumsal ve devletsel suçların faturasını Türkiye'yi çekemeyen düşmanlara kesmeye yönelmekteler. Bu gafil tatilciler bugün kaçan savcıları acaba nasıl yorumlamaktalar! Ya da, her ne kadar geçmişte ciddi hukuk cinayeti işlenirken bir üst düzey siyasetçinin, zatına yakışır çirkinlikle sarf ettiği, "bağırsaklarımızı boşaltıyoruz" ifadesini tatilcilerin idraki söz konusu olamasa da, o cinayeti işleyen savcıların bugünkü kaçışları da mı  da mı bu insanların tatilci beyinlerinde bir damla olsun akıl enjekte edemedi!

Bir toplumda ister fiili ister hukuki olsun, suç işleyene arka çıkan birey ve/veya topluluk suça ortaktır. Suçluyu mahmuzlayarak suça iştirak edenin derin ıstırap duyması insani bir algılamadır. Eğer suçluyu mahmuzlama ve teşvik ilgili kişi ya da toplulukta bir rahatsızlık yaratmıyorsa, bu insan ya da kitlenin beyni tatilde anlamına gelir ve ciddi bir psikolojik tedaviye gereksinme gösterir. Bir insanın bir fikre sahip çıkması ve onu koruması, başkalarının çıkarının aleyhine de olsa, savunulabilir bir davranıştır. Ama bir insanın kendisini bir insana şöyle veya böyle feda etmesi normal olmayıp, tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

Türkiye'nin gelişmesi olumlu görülebilir. Türkiye'nin gelişmesini kıskanan ve bu süreci çekemeyen düşmanlar bulunabilir ve gidişata çomak sokmak isteyen tabii ki her zaman mevcuttur. Bu noktada, Türkiye'nin ekonomisi, bir zamanlar eş düzeyde olduğu, Kore'nin mi, Endonezya'nın mı, ya da İtalya'nın mı veya başak herhangi bir ülke ekonomisini mi önüne geçmiştir, diye sormak gereekir. Eğer Türkiye en kırılgan beş ekonomi arasında olarak rapor ediliyorsa, eğer bu kırılganlık uygulanan ekonomi politikasının bir sonucu olarak oluşuyorsa, eğer sosyal yardımlarla ayakta durabilecek kesimler her geçen gün büyüyorsa, okullaşma oranındaki kof şişmanlık yanında, eğer gençlerimiz uluslararası matematik ve sair alanlarda en gerilerde geliyorsa, kim bu tabloyu niçin kıskansın ki? Bizden daha geri ekonomi ve ülkeler bizi kıskanıyor ve ket vurmaya kalkıyorsa, bunu dahi engelleyemeyen ekonomik güç ve siyasal erkin kıskanılacak bir tarafından söz edilebilir mi!

Diğer taraftan, eğer Türkiye komşularını ve ilgili sandığı ülke ve toplumlara şu veya bu şekilde karışıyor, hatta oraları karıştırıyorsa, bir devlet olarak nasıl bilmez ki, bir gün bunun karşılığını ödetirler! Kaldı ki, 17-25 Aralık vb gibi iktidarın suçlandığı olayları da acaba bizi kıskanan düşmanlarımız mı tezgahladı ve yaptırdı da, sonra hükümeti içten yıkmaya çalışmaktadır? Her ülke rakip gördüğü diğer ülkeyi izler ve onun zayıf anını yakalamaya çalışır. Türkiye de, hem aktif hem de pasif rolde olarak bu kural içinde olduğuna göre, acaba bir yandan aktif müdahalelerde biraz daha akıllıca ve devlete yakışır şekilde davranmak ve pasif konumlarda da düşmanlara gerçek ve somut kozlar vermeyecek dürüstlükte siyaseti sürdürmek daha makul olmaz mı! Tatilciler iki paralık çirkin menfaatlerini halkın genel çıkarına yeğlemeyip, tatile gönderdikleri beyinciklerini artık tatilden çağırsalar hem siyasal kadroya, hem de onun ötesinde tüm topluma çok daha yararlı hizmet etmiş olmanın şimdiye dek hiç tatmadıkları sükûnet ve huzurunu yaşarlar.

Tatilci kafalara anlatabileceğimden fazla emin değilim, ama ufak bir senaryoyu kendilerine sunmak istiyorum. Başlangıçta AKP'ye verilmiş olan görevlerden biri de BOP bağlamındaki haritayı yaşama geçirmek idi ise, ilk dönemlerdeki emanet oylarla "açılım" projesi belirli olgunluğa ulaştırıldıktan sonra, nihaî çözümün halka anlatılamayacağı ve kabul ettirilemeyeceğinin anlaşılması üzerine, emanet oyların AKP'den çekilerek zayıflatılması ve çözümün siyaset sahnesine taşınması görüntüsü oluşturuldu. Bu sorunun siyaseten çözülmesi olanaksızdı, zaten çözümün siyasete taşınması da senaryonun geçici bir parçası idi, aynen iki meczubun ABD konsolosluğuna kargaları güldürürcesine saldırması gibi! Bu görüntü altında, AKP ve MHP'nin HDP'yi dışlama gayretleri ile parlamento fiilen çalıştırılamaz konuma getirilerek fiili çözüm senaryoları sahnelenirken, AKP devre dışı, hatta ülkeyi savunur pozisyonda tutulmaya çalışıldı. Böylece AKP ülkenin bütünlüğü aleyhine çalışıyor damgası yemeden, hatta savunuyor görüntüsü altında, parlamentosuz ve hükümetsiz bir ülkede, hatta bir NATO ülkesinde BOP son aşamasına doğru geliştirilme yoluna sokuluyordu. Lütfen unutmayalım, halkımızın seçilmiş başkanı olmakla övünen zat, büyük ağabeyinin atanmış BOP eş başkanlığı görevini yürütmedi mi! BOP Türk halkının bir projesi mi idi! Taşlar yerine oturuyor; açıkça suçlanılacak bir görüntü oluşturulmadan herkes görevini fevkalade doğru ve kusursuz olarak yapıyor!