Tarih geriye yürü(tüle)mez

Uzun bir tarihsel süreçte süzülerek günümüze gelmiş olan devlet yapısı nihai durak değildir, ama geçmiştekilere göre ileri yapılanmadır. Yönetim sistemi olarak da kabile reisliği, feodal beylik ya da krallık gibi monarşi ya da oligarşiye karşı demokrasi de ileri bir sistemdir. Sistemlerin ve yönetim biçimlerinin süzülerek günümüzde ulaştıkları evre, yığın içinde güdülenen insan dokusunun, yetki ve karar sahibi birey konumuna dönüşmesinin simgesidir. Siyaset alanındaki bu dönüşüm, ne yazık ki, ekonomik işleyişin insan üzerindeki sömürü ve baskıyı kaldırmamış, tam tersi, adeta devleti baskının aygıtı ve bekçisi konumuna getirmiştir. Şimdilik bu büyük konuyu bir tarafa bırakalım ve günümüzün iç karartıcı konusuna dönelim.

Tartışma konumuz kapitalist devlet yapısında cumhurun yönetim biçimi ile ilgilidir. Dolayısıyla, kapitalist sömürü ve bazı kesimlerin ötekileştirilmesi ve dışlanması can alıcı konularımız arasındadır. Böylesi bir yapılanmada ne hazindir ki, tek adam yönetimini oylamaya hazırlanıyoruz. Üstelik de, son seçimde olduğu gibi, öyle gözüküyor ki, referanduma gidişte de bazı acılar yaşanabilecektir. Yapay acılarla oluşturulan tehdit ortamında istenen sonuca ulaşmaya çalışmak, bunu hedefleyeni de, buna oyları ile destek vereni de küçültür ve insanlığından eder! Oysa eğer amacımız demokratik bir cumhuriyet ise, demokrasiyi de, cumhuriyeti de rahatça tartışarak içimize sindirmemiz ve yürüyüşümüzü de ona göre yapmamız gerekir.

Cumhuriyet ve demokrasi sözcüklerini bir modelde ele almak durumundayız; o da, cumhurun karar sahibi olarak kendisini yönetme yetkisi ve olgusudur. Eski Yunan’da görüldüğü şekliyle, maalesef kölelerin dışlandığı modelde, insanların bir araya gelerek karar vermeleri doğrudan demokrasidir. Günümüz kalabalık toplumlarında ise temsili sistem olarak toplumun karar organı olarak parlamento ortaya çıkmıştır. Parlamentonun toplumu temsil kabiliyetinin yüksek olduğu durumda, denebilir ki, seçilmiş parlamenterler tüm toplumsal düşünce ve görüşleri karar aşamasına yansıtarak, toplumsal genel eğilime en yakın karar topluluğunu oluşturulabilir. Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı sıfatı ile bir kişinin de halk oylaması seçilmesi olanaklı olabilir. Bu durumda da denebilir ki, her iki organ da halk oylaması ile seçilmiş olduğundan aynı temsil kabiliyetini haizdir. Hayır, bu görüş kesinlikle doğru değildir, mutlak olarak yanlıştır! Hele de seçilen başkan ya da cumhurbaşkanı, % 90 ve daha da üzerinde oy almadığı durumda halkın ancak bir bölümünü temsil eder, kesinlikle tümünü temsil edemez. Parlamento ise halkın kahir ekseriyetinin oyu ile seçilmiş olduğundan, halkı temsil yetkisi başkanınkinden fersah fersah üstündür. Parlamentonun icadı üzerinde, toplumun tümüne yakının temsili ve kararlarda tartışmalı müzakereler konularını derin derin düşünmeliyiz. Bu aşama işin daha ilk durağıdır.

Halkın kahir ekseriyeti ile seçilmiş parlamento da, halkoyu ile seçilmiş başkan ya da cumhurbaşkanı da kaçınılmaz olarak sistemin bürokrasi ve yargı çarkları arasında çalışır ve denetlenir. Kuvvetler ayırımı, halkoyu ile seçilmiş parlamentoyu da başkanı da denetler. Bu durumun siyasi anlamı şudur ki, ulusun uzun erimli devlet ve yönetim biçimi bir dönem tercihleriyle fazlaca saptırılamaz. Tabii ki, ulusun uzun erimli tercihleri de değişebilir, ancak bu değişim, salt iktidardaki parti tercihi doğrultusunda ve OHAL gibi olağanüstü dönemlerde ve aceleye getirilerek asla gerçekleştirilemez.

Bu kısa ve basit açıklama dahi şu gerçeği adeta gözümüze sokmaktadır. Biz, cumhur olarak, demokratik yönetim mi istiyoruz, yoksa hiçbir karar ve yetki sahibi olmayan insanlar yığını olarak güdülmeye mi razıyız? Demokrasi istiyorsak, kuvvetler ayırımının zayıflatıldığı ya da ortadan kaldırıldığı, tek adamın bürokrasi ve yargı da dâhil tüm devlete hâkim olduğu bir sisteme geçit vermemeliyiz. Bürokrasi ve yargı sistemin ve demokrasinin çok temel sigortalarıdır. Yönetim biçimi olarak demokrasi, ancak parlamentonun başat olduğu ve kuvvetler ayırımının etkili olduğu bir sistemde olabilecek en üst düzeyde devrede olabilir. Dolayısıyla, önümüze koyulacak oylama bize “halk” mı yoksa “köle” mi olduğumuzu kanıtlatma belgesidir. Demokrasi; halk yönetimidir, halkın yönetimden uzaklaştırılarak salt kendi işine gücüne bakma süreci değildir. Demokrasi; halkın iradesini ancak temsilcisine o da sadece geçici bir süre için terk edebileceği bir sistemdir.

Konunun ikinci durağı asıl mülkün sahibi olan “cumhur” un belirlenmesidir. Halkları parçalanmış, ötekileştirilmiş insanlardan oluşan topluluk asla ulus olamaz ve cumhuru oluşturamaz. Küreselleşmenin öne çıkardığı alt-kimlikler kesinlikle kutsal olmakla beraber, insanları sınıf bilincinden uzaklaştırarak burjuvaziye köleleştirilmesine hizmet eden fevkalade etkili bir tuzaktır. Etnik ya da sair alt-kimliklerin emperyalistlerce kaşınarak, özgürlük vadi ile kendi sömürüleri altına alınması tuzağına girilmemelidir. Tüm alt-kimlik farklılıkları zenginlik olarak sınıf bilincinde birleştiğinde, emperyalistlerin ve iç burjuvazinin insanı köleleştirme ve başına bir çoban dikme hevesi suya düşer. O nedenledir ki, önümüzdeki günler fevkalade önemlidir; parçalanmış topluluklar olarak emperyalistlerin çobanı eliyle sömürü altına mı gireceğiz, yoksa farklı alt kimlikleri ile bir arada kardeşçe yaşayan toplum olarak kendi karar ve kurallarımızla, toplumumuza sömürüsüz gerçek demokrasi yolunu mu açacağız!