Sudan gerekçeler üzerinde yüzen terör

Lütfen, her terör olayından sonra, bizi kıskananların önümüze set çektiği gibi çocukların dahi güleceği saçmalıklara sığınmayalım. İktisat öğretimime başlarken, yani bundan yaklaşık yarım asır öncesinde, Türkiye, İtalya ya da Malezya falan gibi benzer ülkelerle karşılaştırılıyordu. Şimdiki duruma baktığımızda, biz buradayız, görüyoruz ki onlar bir yerlere gelmiş. Peki, o ülkeler bugünkü düzeylerine gelene dek nasıl oldu da kimselerin engeli ile karşılaşmadı ve tüm engeller daima Türkiye’nin önüne koyuldu ve halen koyulmaktadır? Nasıl oluyor da, daima kıskanılan ülke Türkiye ve engellenen ekonomi de bizimki oluyor? Bu savda akılla açıklanacak bir zerre mantık var mı? Ülkemiz olarak biz seviyoruz, ama yabancılar açısından Türkiye bu kadar mı kıskanılacak ve önüne engel koyulacak bir ülkedir! Eğer durum gerçekten bu ise, terörün nedenini bulduk demektir. O zaman da hangi ülke bize set çekiyorsa ona dönüp bir bakalım. Tüm yerkürede bir dizi kalkınma aşamasında ülke varken, salt Türkiye’ye böyle bir muamelenin uygulandığı savı, maalesef, ekonomimizin büyük aşama yaptığı gibi yüksek hayaller üreterek, böylesi üzücü olaylardan dahi siyasi ekibin pay kapma çabası, yaşadığımız derin üzüntüyü bir kat daha artırmaktadır.  

İşin bir diğer boyutu da, her ülke rakip ülke ya da ülkeler tarafından bir şekilde rekabete hatta içeriden bozgunculuğa maruz bırakılabilir. Bu tehlike, vücudumuzdaki fırsatçı mikropların bize zarar verme riski gibi, her an her ülke için varittir. Böylesi durumlarda da akılcı davranış, gerekli önlemleri almakla beraber, müdahale edene yönelmekten çok, dönüp biraz da kendimize bakmamızın gerekli olduğunu fısıldar. Bir ülkenin dış müdahale esnasında bizim yaşadığımız gibi yönetilemez konuma getirilmesi durumunda, gerekli müdahale yanında, yaptığımız dış siyasi hatalarımıza olduğu kadar, içte de topluma dayatılan sosyal ve siyasi dönüştürme politikalarının halkımızı bölüp parçalayıcı etkisi yadsınırcasına sözde birlik ve kardeşlikten söz edildiği siyasi yönetim tarzına da dönüp bakmak gerekmektedir.

Halkımızın ve siyasilerimizin şimdi anlaması gerekmez mi ki, çağdaş dünyada bir toplumda birlikte yaşam huzuru için laiklik ne denli önemlidir; ülkeyi ve halkları mezhep kavgalarına sürüklemek ne denli tehlikelidir; dünya devlerinin çatışma alanlarında anlamsız boy göstermenin uzantısının ülke içine sıçraması kaçınılmaz tehlikedir! Bir ülkede gereksiz bir kıvılcım parladı mı, o ülkenin ekonomik ve sosyal yüksek maliyetli çalkantılara sürüklenebilmesi oldukça yüksek olasılıktır. Hal böyle olunca siyasiler her olaydan sonra artık mide bulantısı oluşturan beylik laflar yerine muhalefet ve ilgili kamusal kurumlarla samimi temas içinde olarak, tek merkezli karar sürecinden yayılı ve kapsamlı karar sürecine geçip, hızla ve tehlikeli boyutta gelişen olaylara çare üretecek yapıyı oluşturup, gerekli önlemleri almalıdır. Böylesi olaylar herhangi bir Batı ülkesinde olsa idi, ne hükümet ne de istihbarat örgütleri bir gün için olsun yerinde kalabilirdi.

Alman düşünür Rudolph Goldsheid mali sistemde yapılan değişiklik ve düzenlemelerin değerlendirilmesinde biri “nedensellik özellik”, diğeri ise “semptomatik özellik” olarak iki ölçüt ileri sürer. Nedensel özelliğe göre, mali kurumlarda yapılan bir değişiklik toplumsal değişim ve üst-yapı kurumlarında değişikliğin zaruri hale gelmiş olmasının sonucudur. Semptomatik özellik ölçütüne göre ise, mali kurumlarda yapılan bir değişiklik amaçlanan belirli bir hedefe yöneliktir. Terör olaylarına birinci ölçütü uygulamak geçerli olamaz; şöyle ki, toplumsal değişimlerin terör olayları yarattığı savı, yanlış olmamakla beraber, fazla anlamlı görülemez. İkinci ölçüt olan terörü planlayan ve uygulayanların belirli hedefleri amaçladığı tezi üzerinde durulmalı ve böylesi insanlık dışı vahşetten kim ya da kimlerin belirli sonuçları hedeflemeye yönelik olduğu ortaya koyulmalıdır. Diğer bir deyişle, eğer terör olayı bir tür siyasi dil ise, bu dili anlayıp, çözümleme sonucunda arkasındaki amacı görüp, ona göre geliştirilecek yöntemle mücadeleye girilmesi gerekir. Bu görüş şu yanlışı da önler. Her terör olayından sonra siyasi sorumlular terörün kökünün kurutulacağı, barınaklarına girileceği vb gibi oldukça hamasi ifadelerle topluma karşı sorumluluk anlayışlarını yansıtmaya yeltenmekteler. Bu tezin, dolayısıyla söylemin yanlışlığını şöyle açıklayabiliriz. Diyelim ki, halen mevcut terörist kadrosu tümüyle imha edilmiş, tüm barınakları ve sair destekleri kurutulmuş olsun. Böylesi farazi duruma ulaşılmış olduğu durumda dahi terör olayını bitmiş olarak görülebilir mi? Halen mevcut tüm teröristlerin imha edilmesi ve terör alanlarının temizlenmesi geçici rahatlık veriyor olsa dahi, terörün siyasi arka planının halledilmediği koşulda, geçici sükûnet, bir zaman sonra tekrar, belki de eskisinden de daha güçlü olarak ortaya çıkabilir. Zira terörün anlık kurutulması, gerekli olmakla beraber, askeri alanla ilgili iken, terörün uzun vadeli ve kalıcı halledilmesi arka planının çözülmesi ile ilgili olarak siyasi alanda yürütülmesi gereken, belki diplomasi, belki müzakere, belki ilgili tarafları uluslararası alanda çözüme sürükleme vb gibi önlemleri gerektirir. Yaşananlardan şu anlaşılmaktadır ki,  halkın oyu ile parlamentoya girmiş muhalefet partilerini baskılayıcı, medyayı susturucu ve yargı organı üzerinde denetim kurmayı amaçlayıcı gibi anti-demokratik önlemlerle, siyasi erk olayı salt askeri alanda tutup, geri planda siyasi alanda anlamlı bir politika geliştirmek gibi anlayışı benimsememektedir. Umalım ki, bu kanıda yanılıyor olalım ve halkımızı derin üzüntüye boğan olaylar son bulsun!