Sosyal Darvincilik toplumu çökertmektedir

Darvin yasası doğa ile ilgilidir. Doğada işleyen bu yasayı kimi sosyal kurumcular sosyal alana da uygulayıp, genel ifadesi ile, “ortama uyum sağlayanların bekası” görüşünü ortaya atmışlardır. Dikkat edilirse, bu görüşe göre, zaman zaman yanlış anlaşıldığı ve ifade edildiği şekliyle güçlüler değil, duruma uyum sağlayanların yaşamlarını sürdürebileceğidir. Sosyal Darvinizm olarak anılan bu görüşün ilk temsilcisi 19. Yüzyılın sonuna doğru, evrim görüşünün kurucusu ve temsilcisi Charles Darvin ile aynı dönemde yaşamış olan Herbert Spencer’dir. Bu görüşü savunanların dayandığı temel ilkeye göre sosyal olaylar da biyolojik değişim sürecine benzer olduğundan aynı bilimsel yöntemle analiz edilebilirler.

Bilim insanlarının geliştirdiği kurallar genellikle topluma yansıma biçimlerinden çok daha karmaşıktır. Söz konusu karmaşıklığın detaylarına inildiğinde, ana görüşün topluma ilk yansıma biçiminden çok farklı olduğu da görülebilir. Nitekim sosyal Darvinizm yasasını ortaya atan Spencer detaylı incelendiğinde, biyolojik yasalarla toplumsal işleyiş ve yasalar arasında önemli farkları vurguladığı görülür. Spencer’e göre, biyolojik ortamda tek ve merkezi bilinç varken, toplumsal ortamda bireylerin sayısı kadar akıl ve irade bulunur. Spencer’i farklı ülkeler tarihsel gelişim süreçleri içinde geliştirdikleri anlayışa göre farklı yorumlamışlardır. Örneğin, ABD’de, toplumsal ilerleme özgür birey esasına dayandırılarak Spencer yorumu özgürlük açılımı yönünde yapılırken, Çin ve Japonya’da ise, toplumun hızlı kalkındırılması gerekçesine dayandırılan görüşle Spencer yaklaşımı daha merkezi otorite eğilimli yorumlarla uygulamaya koyulmuştur.

Akademik tartışmaları bir tarafa bırakarak toplumsal süreçlere baktığımızda, kapitalist süreçte karşımıza, yoksulluk ve cehalet karşısında varsıllık ve eğitimli ileri toplumsal yapı farklılıkları çıkar. Genelleme yapmadan ileri sürülebilir ki, birinci tip toplumlarda demokrasi gelişemez ve otoriter eğilimler ortaya çıkar. Buna karşın ikinci tip toplumlarda ise, yerellik ve burjuva demokratik yönetim biçimi önem kazanırken, göreli varsıllık toplumda hâkim sınıf baskısını perdeler. Açıktır ki, kapitalist dünyada varsıl toplumlar tarihsel olduğu kadar zamansal olarak da yoksul ve geri toplumlara abanmışlardır ve abanmaktadırlar. Bu etkileşim, soğuk savaş döneminde ya da kriz dönemlerinde farklı yoğunluk derecesi ile değişim gösterir. Genel olarak devletlerarası ilişkilerde varsıl toplum devlet yapılarının yoksul toplum devlet yapıları üzerinde daha güçlü ve etkili olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Bu basit yaklaşımla Türkiye üzerinde birkaç söz söylemek istiyorum.

Ülkemiz bazı bakımlardan zengin, bazı bakımlardan ise yoksul ve geridir. AKP icraatı ile bölünen ve kutuplaşan toplumda insan gücü ve sermaye olarak görece nitelikli dokular merkezkaç şiddeti ile çevreye dış ülkelere yayılmaktadır. Varsıl ileri ülkelere nitelikli insan göçü, ülkemizde yatırım yapmış sermayenin tedricen iş hacmini daraltması ve olanaklar elverdiği durumda dışarı gitmeye yeltenmesi gibi hareketlenmeler ülkemiz aleyhine gelişmelerdir. Hepimizin çok yakından bildiği ve yaşadığı süreçlerde dünya koşulları ve bazı olağanüstü gelişmeler etkili olduğu gibi, yine hepimiz çok iyi biliyoruz ki, asıl sebep siyasal erkin kesinlikle ikaz dinlemez diktatöryal davranışları ve özellikle hukuk alanında yaşanan haksızlıklardır. Sanki öyle bir iktidar işbaşındadır ki, her an ulusal ya da kişisel varlığımıza nasıl bir saldırı gelecek diye uyku dahi uyumadan her an tetikte olup, her tedbire karşı mukavemet geliştirmemiz gerekmektedir. Gerek doğal gerek insan ve toplumsal çevre daimi olarak tahrip edilirken, hangisine yönelip nasıl önlem alınması gerektiği her gün biraz daha zorlaşmaktadır. Şu son tasarının elle tutulur bir yanı var mı? Başta AKP milletvekilleri olmak üzere, tüm vatandaşlarımız, hatta ufak çocuğu böylesi tacizle karşı karşıya gelmiş anne ve babalar, vicdanları ile hesaplaştıklarında, parlamentoya verilen ve akıl almaz nedenlerle gerekçelendirilen tasarı karşısında huzurla uyku uyuyabiliyorlar mı? Uyuyamıyorlarsa niçin ses çıkarmıyorlar?

Demem o ki, bugün burada saymakla bitiremeyeceğim olumsuzluklarını AKP’liler şöyle ya da böyle, nafaka yardımı ya da vaatle tabanına anlatabilir, hatta yüksek oy da alabilir. Ama gelecekte ülkenin yuvarlanacağı kör kuyuya bizzat bugünü parlatan milletvekilleri ve AKP oy tabanı da düşecektir. Kör kuyuya giden yolun buldozerini başkanlık sistemi oluşturacaktır. Bizim seçtiğimiz milletvekillerini ve icra heyetini emir kulu gibi gören, yargıyı yıpratan, üniversiteleri bir kalemde silmeyi göze alabilen bir erkin, şimdi tüm bu kurumların da üzerinde bir makama çıktığında nelere kadir olabileceğini lütfen şöyle bir düşünelim. Sosyal Darvinizm duruma uyum sağlamayı öngörür, ama bizzat Spencer dahi kamu yararına da olsa bireylerin haklarının çiğnenemeyeceğini ileri sürmüştür. Bir üniversite hocasının yetişmesi onar yıllar alırken, kesinlikle FETÖ’cü olmadığı gibi, sair suç da isnat edilemeden bir hocayı sistemin dışına koyabilen bir sistem ayakta kalamaz. Muazzam bir akademik ve felsefe birikimine rağmen Hitler faşizmi ertesinde Almanya dahi, geçen yarım asırdan fazla bir zamana rağmen, kendini hâlâ tam olarak toparlayamamıştır.

Peki, bu gidişat kimin işine yaramaktadır. Acaba ülkemizde sanatın, bilimin eritilmesi ve tüm kurumların çökertilmesi bir proje midir? Bu bir proje ise, ülkemiz gençleri, geçmişte bir bakanın itiraf ettiği gibi, teknolojiden uzak, sadece bakım ve tamirci mi olacaktır? Bu yolun yolcusu olan bir ülke dev savaşların ve çatışmaların sürdüğü küresel ortamda nasıl ayakta ve ileriye yönelik hamle yaparak kalabilir ki? Humeyni İran’a indiğinde içte huzuru sağlayabilmek için ordusunu yedi yıl boyunca Irak’la savaşa sokmaktan çekinmemiştir. Suriye’de derinleştirilmeye çalışılan savaş ve aynı amaca yönelik olduğu tahmin edilen idam söylemleri hayra yorumlanamaz. Ülke yozlaşmaya, bölünmeye ve parçalanmaya götürülürken, her şeyin ve kendisinin de mahvolacağı belli bir sonuca su taşımaya vicdan el verir mi? Yukarıdan zorlamalı despotik süreci çok iyi ve net anlamalıyız. Sosyal Darvinizm yoluna girmemeli, koyun olmamalıyız, zira günümüz çobanlarının kimin adına ve çıkarına aday koyunları güttüğü gün gibi ortadadır!