Siyasi dışsallıklar

İnsanların ailelerini seçememeleri kadar vahim olan bir diğer seçiş de toplumdur. Bir toplum içinde doğuyoruz onun hemen tüm sosyal özelliklerine bulanıp, toplumun bireyi olarak yağıyoruz. O kadar ki,davranış kalıplarımızdan, hemen tüm sevinç ve/veya keder konularımızda da çok ciddi paylaşımlar yapabiliyoruz. Paylaşımların bir kısmı olumlu olmakta, paylaşanlara huzur ve rahatlık vermekte, fakat bir kısmı ise olumsuz olarak, paylaşanları ciddi olarak rahatsız etmektedir. Paylaşımların bir kısmından kaçıp kurtulmak mümkün olabilmekte, ancak bir kısmı ile zincirle bağlanmış olarak birlikte yaşamak zorunda kalınmaktadır. Bugün siyaset alanındaki bağımlıktan söz etmek istiyorum.

Siyaset alanı, yapısal olarak tüm toplumu kucaklayan ve toplum katmanları arasında bir tür koalisyon ya da sivil yaşama koşullarında asgari müşterekleri oluşturan doku olarak tanımlanabilir. Toplum farklı kesim ve guruplardan oluştuğundan, doğal olarak, uygulanan genel siyasetin herkesi aynı derecede mutlu etmesi beklenemez. Bundan dolayıdır ki, kapitalist demokrasi(!) sistemlerinde devlet meşruiyetini hemen her kesime belirli ölçüde kucak açması ile sağlar. Hal böyle olunca, farklı gelir ve çıkar sahibi kişiler ve guruplar da devlet şemsiyesi altında birleşmekten fazla rahatsız olmaz bazı şikayetler siyaset kanalından yönetim bireylerine yansıtılarak, yanıt alınmasına dahi bakılmadan, aksak da olsa, bir tüt demokrasinin sürgit devam ettiği yargısına varılabilmektedir.

Türkiye sahnesine geldiğimizde, adına ne denebilir bilemiyorum ama bir garip yönetim biçimi ile karşılaşıyoruz. Devlet kadrosunda kim hangi makamda belli değil, devlet makamına oturanlar yasal haklarını, ellerindeki kızılcık değneği gibi kullanarak, işlerine gelmeyen her aşamada derhal sopayı kullanmada bir beis görmemekteler. Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen biçimde, başbakan ikide bir parmağını sallayarak muhalefete "haddini bildirme" nezaketinde bulunuyor. Herhalde ancak faşist geleneğinde hocalar böyle davranır olsa gerek! Öyle gözüküyor ki, siyasi iktidarın potansiyel olarak tehdit olarak algıladığı her makam veya kurumu ezerek ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.

Siyaseten iktidar olmak devlet olmak anlamına gelmez. Devlet soyut bir kavram olmanın ötesinde, toplumun bekasını siyasi iktidardan daha güçlü düşünen ve kollayan somut dokusal ağdır. AKP'yi rahatsız eden ve "idari vesayet" olarak devamlı şikayet konusu yapılan doku, işte bu soyut devletin somut ağıdır. Bu ağ AKP'ye engel oluyorsa, AKP'nin gidişatı toplumu ciddi depremlere doğru sürüklemek olarak görülmelidir. AKP, siyasi parti ve iktidar olarak, konjonktürel yapı olduğu halde, somut devlet ağı geçmişten süzülerek gelen sistemik devamlılıktır. Önemli devlet makamlarında gerçekleştirilen ölçüsüz değişiklik, devlet aygıtının beyninde ilgili merkezin paralize edilmesi anlamına gelir. Dış siyasette görülen ülkemizi ve halkımızı hakir düşüren siyaset böylesi paralize edilerek sistem dışına atılmış devletten yoksun siyasetçinin aldığı cahilane kararların sonucudur. Eğitim, sağlık vb gibi tüm dokularda temel devlet örgütünün beyin merkezleri tedricen tahrip edildi ve edilmektedir.

Halkımızın bu durum karşısında hâlâ siyasi kadroya prim vermesi, siyasetin cahil cesaretini alkışlarken, cahiliyetin ileriye yansıyan bedelini görememesindendir. Ancak, bu meseleyi salt cahillik ile geçiştirmemiz doğru değildir. Meselenin çok daha karmaşık ve güçlü merkezlerden yönetilmekte olduğunu da görmemiz gerekir. Sadece iki konu durumu anlatmaya yeter. Bunlardan birincisi, her ülkede kendisini azınlık olarak gören ve bir çeşit "özgürlük" isteyen guruplar ve onların temsilcileridir. Örneğin, her ülkede "diaspora temsilcisi" olanlar siyasi iktidara yanaşarak, yüklendiği misyon doğrultusunda siyasal erki ikna etmeye çalışır. Türkiye'de demokrasi katledilse, emperyalizme kucak açılsa da, diaspora temsilcisi daima iktidarın yanında ve destekçisi konumunda olur. Zira onun amacı içte demokrasi ya da halkın refahı olmayıp, hatta halkın bir kesiminin isyanına karşın, siyasal yapının demokrasi açılımları yaptığı yalanları ile siyaseti pohpohlayarak, amacına ulaşmaya çalışır. İkincisi ise, ülke halkını emperyalizme yamamak amacındaki emperyalist merkezlerin iç siyaseti destekleme faaliyetleridir. Bu çevreler de faşizan eğilimli siyasetçileri destekleyerek, direktif ve emellerinin "somut devlet ağı" na takılmadan uygulanmasını sağlamaya çalışırlar. Biri iç yönetimle, diğeri dış ilişkilerlerin içe yansıması ile ilgili her iki alan da, öyle anlaşılıyor ki, AKP'nin 2002 seçimine giderken Ortadoğu ihalesinde yüklendiği misyonlarla ilgilidir. Bu misyonu AKP yöneticileri ve/veya kadrosunun ne denli algıladığı ya da kasıtlı olarak yola devam ettiği şu anda meçhul olabilir. Ancak, gidişatı göremeden ya da belki menfaat belki tehdit ile bu iktidarın yanında durmak sadece halkımıza değil, bizzat meçhule sürüklenen siyasi kadroya da ihanettir. Suriye nereden buralara geldi! Bu durum, mozaik ile örülmüş ülkemiz için bize bir şey öğretmiyor mu! Salt devlet kadrolarında değil, özel kesimde de AKP yandaşı olamayanların dışlanması, toplumun böylesine bölünmesi yarını karartmıyor mu! Küresel ısınmadan daha erken yaşanabilecek toplumsal çözülme misyonu ile görevlendirilmiş siyasi liderleri siyasi kararlarımızla ve yönelişlerimizle ikaz ederek, gerçek devlet erki içinde çalışmaya zorlamak için vakit geçiyor! Her ne sebepten olursa olsun, siyasi tercihlerini ülke zararına kullananlar tüm topluma çok büyük bir siyasi dışsallık yıkmakta, ciddi zarar vermektedir. Açıktır ki, bu tabloda birinci derecede sorumlular, aslında kendilerine fazla söz hakkı verilmeyen, lider sultasına boyun eğen iktidar milletvekilleridir. Bu insanlar "lider vekili" olmaktan kurtulup "millet vekili" olursa hem bugünkünden çok daha huzurlu, hem de topluma daha yararlı olurlar.