Sınıflar olgunlaşmadıkça

AKP demokrasiyi yerleştiriyormuş! Hayret! Demokrasi, yukarıdan yasa ile topluma indirilen bir nesne değildir. Hele de, demokrasi kendisi despot olan ve kafasındaki toplum şemasını uygulamaya kalkan bir kişinin ya da kadronun topluma yansıtabileceği bir yönetim biçimi hiç değildir. Demokrasi ulus devlet içinde, sermaye ve emekçi sınıfların karşılıklı mücadelesinin sonucunda varılan sosyal anlaşma ile, herkesin ve her sınıfın hak ve sınırlarının organik olarak belirlenip uygulandığı bir yönetişim biçimidir. Demokrasi, AKP'nin iptidai zihniyetindeki tramvay olarak mütalaa edilen bir yönetim biçimi hiç değildir!

Sermaye kesimi, sanırım iyi niyetle, sosyal barışın yeniden kurulması için devlet başkanını önemli bir toplantısına çağırıyor, böylesi bir barış(!) ortamında, haklı veya haksız bir dizi ve söylenmemesi gereken laf işitiyor, konuşma sonunda, askeri disiplinle ayağa kalkarak alkış tufanı koparıyor. Diyelim ki, orada söylenen tüm olumsuzluklar yaşandı ve doğru idi. Politik nezaket, hele de bir iyi niyet gösterisi olarak davet edilmiş bir kişinin davranışı şunu gerektirir. Bütün bu laflar ya da sitemleri karşı tarafın ilgili organlarına sahne arkasında söylenir, sahneye çıkıldığında birkaç politik nezaket sözcükleri ile davete teşekkür edilir ve her iki taraf için de güzel bir dönem dileğinde bulunularak konuşma tamamlanır. Bu süreç tüm IMF-DB toplantılarında yapılıyorken, nasıl olmuş da öğrenmemişler. Tüm bu tür toplantılarda, kadehler elde, maske gülücükler suratta olarak medyaya ve kamuoyuna oldukça olumlu tablo yansıtılır. Bu davranış şimdiye dek öğrenilmemiş olup da, yeni bir öğrenme sürecini gerektiriyor ise, sermaye kesiminin yapması gereken de işte bu öğrenme sürecini sağlamak olmalı idi misafir sizi aşağılasa da, madem ki davet ettiniz, tabiatıyla alkışlanır, ama ayağa kalkarak şiddetle değil, sembolik bir alkış gösterisi ile bu nezaket ve protokol işi gerçekleştirilip, geçiştirilir. Böyle olmadı, çünkü burjuvazi de kendisini tedricen bakkallık ve pazarlama işine yönelttikçe zaten sahip olamadığı irtifadan geriye düşmüştür.

Böylesi iktidarsız bir burjuva ne hukuk sisteminin hallaç pamuğu gibi atılmasına itiraz edebilir, ne de, görevi olmadığı halde eğitim raporları yazmış olmasına rağmen, eğitimin imam hatipleştirilmesine bir tepki verebilir. Üstelik de küçük ve orta boy sermaye, bir bölümü ile cemaatçi çevrenin, bir bölümü de AKP'nin arka bahçesi olarak palazlanınca, ana burjuvazinin sömürü havzalarının daralması işleri daha da güçleştirdi. Bu tablo, ana sermaye yapısının verimsiz olduğunu, emek sömürüsüne ve devlet desteğine şiddetle ihtiyacını açıkça gösterdiği gibi, orta ve küçük boy sermayenin de, bizatihi yapısı itibariyle, düşük verimle çalıştığını ortaya koymaktadır. Böyle bir ortamda enflasyon tedavi edilemez, ancak baskılanır, cari açık önlenemez, orta gelir kapanından çıkılamaz ve küreselleşmede ciddi teknolojik atılım yapılamaz. Böyle bir ortamda gençler yurt dışına kaçar, teknolojide de ve sermayede de dış bağımlık had safhaya çıkar. Sermaye ve teknoloji bağımlılığı politik bağımlılığı beraberinde getirdiği gibi, yükselir gibi algılanan ulusal servetin büyük bölümü dış aleme kanar. Böyle bir ortamda, muti insanlar ve kurşun asker üretimi için imam hatipleşme ya da cemaatleşme tek çıkış yolu olarak görülür. Bu yolda ne gerçek üniversiteye ne gerçek eğitim kurumlarına, ne de gerçek hukuk sistemine ihtiyaç vardır. Böylesi yapılandırılan ulus devlet korunur, ama devletin niteliği şiddete dönüşür, kuvvetler ayırımı gereksiz görülerek kuvvetler tevhidi esasına geçilir, parlamento girebilenler için yaşam boyu varsıllık ve güven ortamı işlevine dönüştürülür, vs.

AKP'den önceki iktidarlar ne yaptı? 1950 yılından, Türkiye'nin emperyalizmine teslim olduğu, ABD'nin Kamu Karayolları Dairesi İkinci Başkanı H.E. Hilts'in raporuna uyularak(!) demiryollarından karayolu projesine geçildiği yıllardan beri, istisnai birkaç yıl hariç, hep sağ iktidarlar ülkeye hakim olmadı mı! Bu arada, Batı ülkelerinde ve Japonya'da hızlı demiryolu sistemi vızır vızır işlerken, Özal demiryolunun komünizm uygulaması olduğunu söylemedi mi, vs.. Hepsinin ötesinde, 13 yıllık iktidarı boyunca AKP, tüm özelleştirme gelirleri, serbest fonların Türkiye'ye akımı ve konsorsiyum yoluyla sağlanan fonlarla bazı alt-yapı hariç, inşaat dışında ne yaptı? Bugün kendi bakan da bu gidişattan yakınıyorsa, aynen cemaatle ilişkilerde olduğu gibi, şimdiye dek akıllar nerede idi?

Özet şu ki, 1950 kırılmasından günümüze dek, emperyalizmin eteğinde ne gerçek anlamda ekonomik kalkınma yapılabilmiştir. Bunun doğal sonucu olarak da, ne burjuvazi gelişebilir, ne de emekçi kesim sınıf bilincine ulaşabilir. Böyle bir sonuç ise, ülke yararına değil, emperyalizmin sömürüsüne ve kof oy tabanından oy alarak bu sömürüye destek veren iç siyasi kadroya yarar. Bunun adı da özgürlük ve demokrasi olsa gerek!