Otoritenin özgürleşmesi

Neden "otorite" ile "özgürlük" sözcükleri bir araya gelmesin ki! Özgürlük, insanların içinde rahatlıkla davranabildiği bir ortam, davranışsal serbestliği betimleyen çevre koşullarının nitelemesidir. Otorite ise karşı kişi ya da gruba ya da tüm çevreye karşı takınılan kişisel ya da örgütsel tavrı betimler. Başka bir deyişle, otorite ve özgürlük, tavır ve çevre ilişkisidir. O nedenle, sağlanan ve desteklenen görece özgürlük ortamında otoriterlik yükselir, çünkü sessiz kalınan, tepki gösterilmeyen bir ortam aynı zamanda faşizan davranışa da özgürlük sağlar. Buna karşın, eleştirel ve demokratik ruhlu çevre faşizan tavra özgür ortam değil, reddedici ortam oluşturur. Bir faşist konuşurken onu hayranlık histerisi içinde seyreden meczuplar gurubu tabii ki faşiste ruh verir, onda kırbaç etkisi yaparak, güçlendirir. O nedenledir ki, toplumlarda bir şekilde "ileri gelenler" kategorisine giren aydın, sanatçı, sporcu, iş insanı, akademisyen vs fevkalade sorumlu davranmak durumundadır, çünkü faşistlerin yükselmesi ya da frenlenmesi büyük çapta onların elindedir. Bu kişilerin faşizan eğilimlere prim vermemek adına, nezaketen de olsa vaki bir propaganda davetine gitmemesi gerekir, gitse bile, elinin alkış sesine hakim olmak durumundadır. Kaldı ki, faşiste nezaket gösterilmez, ancak yalakalık yapılır. Daha da önemlisi, gerçek bir aydın faşistin söyleyecekleri "pembe soslu yalanları" utanmadan "sap gibi" dinlemek istemiyorsa, daveti reddedebilir, ne gazeteden atılmaktan, ne üniversiteden kovulmaktan, ne de vergi denetim ordusundan korku taşımadan dik duruş sergilemelidir. Bu gibi durumlarda "mağdur" olmak, faşistlerin bol siyaset malzemesi gibi yozluk değil, tarih ve toplum huzurunda şereftir! Sartre'in dediği gibi, insan özgürlüğü kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir.

Faşist güçlendikçe özgürlüğü yok eder. Tipik bir faşist huyu gücü ele geçirinceye kadar özerk, sonra baskıcıdır, özerklik onun için hedef değil, araçtır. Hatta, bir faşist doğrudan hedefe girmeyen alanlarda oldukça özerk ve demokratik görüntülü davranış sergileyebilir. Bu davranış da bir faşist için hem asıl davranışı kamufle edici, hem de çevreyi aldatarak taraftar toplayıcı işlev görür. Görülüyor ki, "özerklik" ile "otorite" sözcükleri yan yana gelebilir, ancak niteliklerine bağlı olarak, bu iki olgu bir arada bulunamaz. Faşiste faşist kafalılar ya da aymazlar veya oportünistler özgür ortam sağlar. Oysa, gerçek aydın, bilim insanı ya da sanatçı faşiste özgür ortam sağlamaz, çünkü bunlar birbirinin panzehiridir. Özgür toplumda faşizm yaşayamayacağı gibi, faşizmde de gerçek özgürlük olmaz. O nedenle en ufak bir otoriter eğilime fırsat verilmemelidir, çünkü faşizm güçlendikçe bu dokuları boğar.

Faşizme özgü tipoloji genellikle büyüklük tipidir. Engin Geçtan Hoca'dan ufak bir okuma yapalım: "Büyüklük hezeyanları .... inatçı ve kalıcıdırlar. Büyüklük hezeyanları içerik açısından, kişinin kendisini olağanüstü yetenekli ya da çekici bulması gibi basit bir içerikten, peygamber, bilim adamı ya da kâşif olarak bir insanlık devrimi gerçekleştireceğine ilişkin önemli bir inanç geliştirmesine kadar değişebilir. Bu tür hezeyanlar genellikle süreklilik gösterirler ve düşünce yönünden çok iyi örgütlenmişlerdir. Bu nedenle, böyle bir insan zaman zaman gerçekçi bir toplumsal, sanatsal ya da bilimsel hareketin içinde yer alabilirler, hatta ender bazı durumlarda müritler edinerek kendine göre bir reform başlatıp, sürdürebilir."(Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, s.138)

Geçtan Hocanın modeli ilginç, ancak bir ulus gibi kütleyi böylesine kandırmak biraz kuşkulu gözükebilir. Bunun örneğini, Birinci Paylaşım Savaşı sonrası Almanya'nın içinde bulunduğu durumda yükselen Hitler oluşturabilir. Almanya o dönemde öyle bir durumda idi ki, İkinci Paylaşım Savaşı'nı Keynes bile öngörmüş idi.

AKP adayı için para toplanacakmış. İşte, ABD özlemli, siyasi propagandayı da sirk tuluatı zanneden sanatçı ve yazarların hayran oldukları bir propaganda aracı! Bu sandığa para atanlarla atmayanlar ya da atamayanlar bir olur mu? Paralı cumhurbaşkanı sandığa para atmayanların da temsilcisi olabilir mi? Cumhurbaşkanlığı görevi de, bu göreve giden seçim kampanyası da niteliksel olarak patates satışı değil, kamusal hizmettir. Kamusal hizmet özel finansmanla yürütülemez. Mecbur muyuz, ABD'nin her saçma modelini adapte etmeye! Hem muhafazakarlık, hem emperyalin taklitçiliği! Böyle bir kaynak tabii ki olmalıdır bu tür kamu hizmetleri bireyin şahsi serveti ile yürütülmez, yürütülmemelidir. Bu kaynak genel bütçeden ve her adaya eşit miktarda ve seçmene nakdi ya da ayni dönüş yapılmayacak şekilde tahsis edilmelidir. Zaten kapitalist sistemdeyiz. Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanı ve başbakanın aday olmaları durumunda görevlerinden ayrılmalarına gerek olmadığı şeklinde, üstelik de bunu görevlerinin gereği olarak yorumlayan, bir garip kararı var. Şimdi şu Anayasa Mahkemesine soralım: bu görevdeki insanlar vefat dahi edemez mi, ya da hastalık nedeniyle malul olamaz mı, o zaman ne yapılacak. Bu kişiler görevleri gereği malul olamaz ya da vefat edemez diye de bir Anayasa Mahkemesi kararı da var mı acaba! Bu garip karar üzerine, bir de mendil açıp para toplamak! Tek kelime ile, AYIPTIR NOKTA! İşte size mutlak özgürlük ortamına salınmış otorite! Asker gücü ile iktidara gelen veya iktidarda kalmaya çalışanları (kimler ise!) eleştirenler, ne hazin bir toplumsal manzara ki, bugün polis, medya ve baskı gücü ile belirli makamlara çıkmayı hedeflemektedir! İtalyan faşizmini tarif eden Primo Levi'ye kulak vererek bugünkü yazıyı sonlandıralım: "Bu rejim, İtalya'yı haksız ve hasta bir savaşa sürüklemekle kalmamış,aynı zamanda bunu yüceltmiş ve emeğin sömürüsüne, düşünen ve esir olmak istemeyenlerin sessizliğine dayalı sistematik, hesaplı yalanların üzerine kurulmuş tiksindirici bir hukuk ve düzenin bekçisi olmuştur."

Bugünlerde içinden geçtiğimiz hazin ve antidemokratik süreci değerli dostum Esen Aslandoğan'la konuşurken, onun da yardımı ile, böyle bir yazı ortaya çıktı. Umalım, hepimizin kafasında bazı çağrışımlar yapar, umarım otoriteyi özgürleştirmemede başarı sağlarız!