Mutlu musunuz, kalıcı istikrar sağlandı!

Geçmişin koalisyon hükümetlerinden çok çektiklerini ileri sürerek koalisyonsuz tek parti iktidarını güçlü iktidar olarak topluma dayatan ve sonunda da bu nimeti yakalayan çevreler, merak ediyorum, bugünlerde acaba nasıl bir haleti ruhiye içindedir! İlk bakışta bu çevreler pek de haksız sayılmazlar. Geçmişte günlerce parlamentodan yasa çıkamıyor, parlamento toplanamıyor, hatta Cumhurbaşkanı dahi seçilemiyordu. Şimdi durum öyle mi!. Bir sürü madde bir torbaya sıkıştırılıyor, torba parlamentoda ilerlerken son anda akla gelen eksikler ya da talepler de, hiçbir sistematiğe uyulmadan, torbaya atılıyor ve torba bir günde yasalaşıyor. Bir yargısal karar mı isteniyor, anında savcı ya da yargıç değiştiriliyor. Zaten Feodal sistemlerde yasama, yürütme, yargı, silah başta olmak üzere, hemen tüm kamusal erkler ve kararlar feodal beyin iradesinde ve iki dudağının arasındadır. Bunda da eleştirilecek bir yanlış yok! Umarım Türkiye böyle bir kabusa gömülü değildir ve gömülmez de!

Tek parti yönetimini arzulayanlar bilmezler mi ki, böyle bir sistemde, seçmenden oy almada da, seçmene taviz vermede de tek olan bir siyasi yapı, doğal olarak, genel halka dönük siyaset değil, dayandığı tabanın hakimiyet ve talebine göre siyaset yapar. Kısacası, oy toplamada monopson, taviz vermede ise monopol konumundaki bir siyasi parti, tabanıyla çimentolaşır ve devrilmesi güç bir yapı oluşturur. İşte AKP mağdur olarak nitelenen ve bu duyguyla beslenen bir kesimin partisi olarak iktidara geldi, şimdilerde de maalesef, böyle bir güce dayanarak hem cumhurbaşkanlığını hem de başkanlık sistemini tüm topluma dayatmaktadır. Daha da ilginç olarak, mağdur kesimi sosyolojik olarak destek alan AKP, bizzat bu kesimin aleyhine olacak şekilde, emperyalizmin vantuzlarını içeri alma işlevini hakkıyla yerine getirmektedir. Zaten, tek parti ya da tek lider modeli, içte sermaye kesiminden de çok, emperyalizmin modelidir. Zira, bu yöntemle merkez gücün emirlerinin uygulanması, bir engele takılmadan, kolaylaşmaktadır. Sonucu görerek, tek parti ve tek lider siyasetinin nasıl bir faşizm olduğunu anlamak beyni henüz gelişmemiş varlıklara has bir özelliktir. Aynı niteleme, böylesi bir diktatör yönetimini "ileri demokrasi" olarak görenler için de geçerlidir.

Tek parti yönetiminin bir yansıması, kuşkusuz, Gezi direnişinde görüldü. Bu direniş muhteşemdi kabine ve başbakan istifaya zorlandı. Başbakan istifa etmedi, daha da garibi kendisi bu durumu "dik duruş" ifadesi ile açıklamaya çalıştı. Halbuki, mesele başbakanın dik duruşla ilgili olmayıp, parlamentodaki tek partinin oluşturduğu siyasi patoloji ile ilgili idi. Başbakan istifa etse idi, kim başbakan olacaktı ki cumhurbaşkanı kime görev tevdi edecekti ki!

Aynı trajedi, maalesef, şimdi de cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanıyor. AKP harcı ile çimentolanmış kesim, muhalefetteki Türkler ve Kürtler olarak üçe bölünmüş toplumda, çok doğal olarak, maalesef, başbakanın şansı yüksek görülüyor. Zira anahtar konumundaki Kürt vatandaşlar parlamentoya hakim olamayacak olan herhangi bir potansiyel adayla, ne denli parlak ve pozisyona layık olursa olsun, görüşmeye yanaşır mı! Müzakereler esnasında Kürt tarafının başbakandan koparabileceği tavizin boyutunu da, maalesef, yine parlamento hakimiyetine dayalı olarak tek siyaset yapımcı konumundaki başbakanın pozisyonu belirleyecektir. Parlamentodaki tek parti hakimiyetine dayanan başbakan durumu yine vaatlerle geçiştirmeye çalışırken, Kürt vatandaşlar, kendi güçleri dışında, hangi alternatiften nasıl bir medet umabilir ki! İşte, Kürt vatandaşların görmesi gereken de budur. Başbakan, Kürtlerin başat olduğu bölgede seçim propagandaları yaparken meydanları dolduranlar bu sonuçları, bugünlerde başlarına gelecekleri, ne denli sıkışmış olabileceklerini hiç düşünmedi mi!

Görülüyor ki, tek parti siyaseti, tabandan yükselen ulusal uzlaşma ile çözümü sağlanabilecek temel ulusal sorunları çözmeye kadir olamamaktadır. Kürt vatandaşların bilmesi gerekir ki, Kürt ve Türk kardeşliği ve karşılıklı hakların tanınması ne sadece bir siyasi partinin ne de kendisini lider sanma gafletine bürünenin eseri olabilir. Böylesi sosyal çatlaklar ancak ya halkların karşılıklı anlayışla birbirine kaynaşması ya da ciddi çatışmalar sonucunda gerçekleşebilir. Kürt halkının hiç kimseye güvenmeden, birinci yolu tercih edeceğini umuyorum!

Tek parti siyaseti Türk vatandaşları da açmazda bırakmıştır. Bir ülkenin cumhurbaşkanının temsil misyonu içeriye yönelik olacağı gibi, ondan da önemlisi dış dünyaya yöneliktir. Bir zamanlar Berlusconi'nin İtalya'yı uluslararası alanda temsilinde, hatırlanacağı üzere, kişisel özelliği resmi sıfatının önünde geliyordu. Seçilecek Cumhurbaşkanı da Türkiye'yi resmi sıfatla olmanın ötesinde, ki bu doğal temsildir, kişisel özellikleri ile temsil edecektir. Uluslararası temaslarda bu nitelik tüm ülkeyi kapsayacak ve hepimizi bundan sorumlu tutacaktır. Bu nedenle, önümüzdeki seçimde, ulus olarak tüm dünyaya ya çürümüşlüğümüzü ya da dik başımızı ve gururumuzu sergilemiş olacağız. Bir de bu seçimle bir tür diktatör yönetimi tarzında başkanlık sistemi hakkında karar vermiş olacağız. Önemli olan bir siyasi kişinin ya da bir kesimin şaibeli dik duruşu değil, tüm ulusun uluslararası arenada dik duruşu ve geleceğini şantaj ve dayatmalarla değil, özgür iradesi ve çıkarına göre belirlemesidir!

İşte tek parti yönetiminin ülkeyi kıskıvrak bağlama hali, işte ileri demokrasi yönetimi istikrarı tek parti yönetiminde arayanlar, şimdi mutlu musunuz?