Muhalefetsiz demokrasi

O kadar doğru ki, her toplum layık olduğu yöneticiye kavuşur. Nitekim, kavuşuyor da! Birey olamamış insanlardan oluşan toplumlar, lider diye bellediği despotun gölgesinde özgürleştiğini zannedip, basiretten arındırılmış hezeyanı içinde bizzat liderin altında ezildiğinin dahi farkında olamadan sisteme destek verirken, gerçek lider değil, ancak bir diktatör üretir. Geçtiğimiz haftalar içinde, önce Danıştay toplantısında ikinci olarak da TOBB salonlarında yaşananlar, maalesef, insanın bireysizleştirildiğini ve böylece oluşturulmuş toplumun niteliğini ve ezilmişliğini çok net şekilde ortaya koydu. Başbakan’ın, muhalefeti hedef alan ve siyasi etikle bağdaşmayan ifadesiyle, aslında burjuva demokrasisini ve toplumun bir kesimini hedef aldığını dahi algılayamayan sözde burjuvadan(!) yükselen alkış, iktidarın olduğu kadar burjuvazinin de demokrasiden ne anladığının resmi idi! Buradaki sorun, muhalefet rolündeki bir partiye değil, “muhalefet” kavram ve olgusuna tahammülsüzlük ve saldırıdır. Kapitalist burjuva olduğu düşünülen bir topluluğun pozisyonu ve işlevi, ürkütücü şekilde yükselen despotik anlayışın karşısında, şekli de olsa, burjuva demokrasisinin kural ve koşullarını korumaktır.

Artık çok netleşmiştir ki, iktidar liderinden sadır olan her söz emirdir ve bu emir hiçbir muhalefetle karşılaşmamalıdır. Eleştiriye tahammülsüzlük zayıflık göstergesi midir, bunu bilemem. Ancak şunu katiyetle söyleyebilirim ki, her konuda tek karar ve yetki sahibi olma kararlılığının kapitalizm demokrasi ile dahi uzaktan yakından ilgisi bulunmadığı gibi, bu gidişatın tahammül sınırını aşmasının nedeni, salt dönemsel anti-demokratik yönetim biçiminin ülke üzerine kabus gibi çökmesi değil, fakat bu durumun, toplumun geleceğini ciddi biçimde derin bir karanlığa sürükleyici toplumsal mühendisliğin büyük bir ısrarla sürdürülmesinin adımları olmasıdır. Mesele anlık dönemsel despotizm değil, geleceği ipotek altına almaya yönelik toplumsal düzenlemedir.

Günümüzdeki gidişata onay vererek siyasetin önünü açanlar iki açıdan derin bir gaflet içinde ülkeyi bu yola sokmuşlardır. Bugün söz konusu zevatın topluma karşı hatalarını itiraf edememeleri de, geçmişteki gafletlerinin basit bir hata olmayıp, kör cahilliğin sonucu olduğunu görüp anlamış olmalarındandır. Gaflet içinde algılanamamış birinci olgu, her değiştirme ya da dönüştürme operasyonunun geçmişi yıkma ve parçalama zorunda olmasıdır. Zira, var olan yıkılmalıdır ki, temizlik üzerinden yeni doku yükseltilirken ciddi itiraz ya da engelleme ile karşılaşılmasın. Yıkılma işinin hangi amaca yönelik habis bir programlamanın adımı olduğunu idrak edemeden, süreci bir serbestleştirme ya da özgürleşme olarak algılamak inanılmaz bir cehalet ve körlük idi. Birinci süreci kaçınılmaz kılan ve gafletle algılanamayarak atlanılan ikinci nokta da, dünya emperyalizminin giderek sıkıştığı dönemde Türkiye’nin bu gidişata destek sağlayacak yapılanmaya yöneltilmesinin merkez emperyalizmin yaşamsal dayatması olduğunun görülmemesidir. Nitekim, ekonomi alanında ısrarla ve sadakatle sürdürülen IMF-Derviş politikaları yolu çizmiştir ekonominin denetimsiz serbestleştirilmesi, özelleştirmeler, faiz ve kur politikaları, kamu kesiminde hizmet alım uygulamaları, emek politikalarında taşeronlaşma ve prekarya sistemleri yürüyüşün patikalarıdır. Politika alanında da BOP eş başkanlık misyonu, Ortadoğu’da emperyalist gücün emrettiği politikaların, beysbol sopası yeme pahasına kimi zaman çizme aşılarak da olsa, sadakatle uygulanması gibi politikalar da ihalenin bazı başlıklarıdır. Emperyalizmin bu denli sıkışıklığı ve Türkiye’ye biçtiği rolün ifası gereği yeniden yapılandırılması için, sürecin başlangıç aşamasındaki gerekli yapı-bozuculuk kimileri tarafından demokratik gelişme olarak algılanırken, projeyle yönlendirilen hedefe yönelmede iktidara güç ve yeterli süre sağlamıştır. Bu yanılgı, büyük bir olasılıkla, Marx’a tepki olarak, materyalist tarihsel yürüyüşü algılayamamanın sonucudur.

Özet olarak, AKP ne anayasayı çiğniyor ne de kanunsuzluk yapıyor. AKP, Cumhuriyet Devrimleri ile Batı’dan alınmış ve cumhura zorla kabul ettirilmiş uyumsuz yasalara uymamaktadır ve bunları değiştirmeye yönelmiştir. Bu bağlamda, laiklik farklı tanımlanmalı, sosyal devletin yerini cemaatler almalı, siyasi istikrar adına da bizzat siyaset mekanizmasının olağan dinamikleri iğfal edilerek, siyaset mekanizması, fiili otoriter ya da despotik yönetimi perdeleyecek sis perdesine dönüştürülmelidir.

Bu durum emperyalizmin de fevkalade işine gelmektedir, bir koşulla ki, emperyalizmin istediği ve dayattığı yapılanma oluşturulurken, yürüyüş sakince ve çizme aşılmadan yapılmalıdır ki, gerçek durum kamuoyu tarafından anlaşılmasın. Kısacası, halkımızın demokrasi olarak gördüğü, aslında kendisini altara götüren politikaların ta kendisidir! Küreselleşen kapitalizmin istediği de bu değil midir çevresel ekonomileri merkez kapitalizme hizmetkar kılmak!