Küresel hizanlama mantığı

Türkiye ve Yunanistan, birbirine komşu iki Akdeniz ülkesidir. Bu iki ülkenin kaderi tarihin farklı aşamalarında birbirine yaklaşmış, bazı yerlerde de birbirinden uzaklaşmıştır. İki ülke de askeri darbeler memleketi olmuş ve bunları atlatmış ve kendilerine özgü siyasi rejime yönelmişlerdir. Bugün iki ülkenin benzerliği, kendilerini özgür zannedip kafa tutma dürtülerinin dünya güçleri tarafından geri çevrilmesi ile karşı karşıya kalmış olmalarından yansır. Her iki ülkede de siyasilerin sahte veya gerçek dış dünyaya kafa tutuşunun gerekçesi farklıdır, fakat çarptıkları duvar aynıdır. Yunanistan siyasileri halklarının çıkarını savunurken Avrupa Birliği duvarına çarpmıştır. Netice hüsrandır, ancak mukadderdi. Çünkü Yunan siyasetçilerinin taleplerinin kabulü, kapitalizmin genel ilkeleriyle fazla çatışmıyor olmakla berber, pratik olarak uygulanabilir değildi ve Avrupa Birliği kural ve çıkarlarına aykırı idi. Türkiye’deki siyasilerin dış dünyaya kafa tutuşu ise küresel güce karşı kendi bölgesinde mini otoritesini hâkim kılmaya yönelikti. Dünyanın en çetrefil bölgesi olan Ortadoğu’da ABD ve Rusya gibi iki dev alan mücadelesi yaparken, zaman zaman her ikisine de posta koyarak, ya da öyle göstererek, bir hâkimiyet alanı yaratmak, evde oyuncak kurşun askerlerine hükmeden komutanlık oynamaktan öte bir anlamı haiz değildir. Geçmişin hayalleri ile derinlik sevdasına düşen meczuplar keşke biz fanilerin anlayamadığı bu ufuklarını uluslararası siyasette değil de, biraz da düşünce ve idraklerinde uygulamaya koyup denemiş olsalardı!

AB politikası karşısında Yunan siyasileri, her ne kadar halkından büyük destek almış oldu ise de, yine de yenilecekti. Çünkü Yunan siyasetçilerinin ileri sürdükleri talepleri halkının yararına olmasına karşın, kapitalizm ve piayasa bağlamında gerçekçi değildi; Yunan halkı şu veya bu gerekçe ile vaktiyle yapmış oldukları tüketimi bir şekilde ödemek zorunda idi. Kapitalist dünyada her şeyin bedeli olduğu gibi, gerekçesi sorulmadan, yapılan borçların da ödenmesi zorunludur. Türkiye’de ise durum farklıdır. Keşke Türkiye halkı da geçmişte Yunan halkı gibi rahat yaşamış ve bol harcama yapmış olup, şimdilerde bu borcu ödemek durumunda olsa idi. Zaten Türkiye ile emperyalistler arasında bu konuda bir sorun yok. Türkiye’nin dünya ile takıştığı sorun çok farklı temelden yükselmektedir.

İşbaşındaki Türk siyasetçileri halkını ve emperyalistleri ekonomik alanda rüşvetle ikna ederek aklına göre geri planda tutup siyasi yetki alarak, politikalarını tedrici manevralarla yaymaya yeltenmiştir, hala da yeltenmektedir. O nedenledir ki, genel gidişat fevkalade vahim olmakla beraber, döviz kuru yükselmemekte, iç politik destek fazla sarsılmamakta, dış çevrelerden ise onay-tepki karışımı zig-zaglı dönüşümler algılanmaktadır. Emperyalist merkezin Türkiye’yi ara eleman insan kaynağı ve finansal olduğu kadar da reel yatırımlar için piyasa ortamı olarak tasarladığı projeye uygun yürüyen siyasiler Batının desteğini almaktadır. Bunun da ötesinde, İslâm dünyasına nüfuz etmek isteyen Batının Ortadoğu ajanı rolünü üstlenmiş olan Türkiye “İslâm ve kapitalizm”, hatta şekilsel ve yapay olarak “İslâm ve demokrasi” modelleri inşası rolünü de üstlenmiş görüntüsüyle yine Batının onayını almayı becermektedir. Bu açılımlarda hem İslâm hem de demokrasi olgu ve kavramları ne oldukları ve nasıl yaşama geçirildikleri tartışılması gereken ciddi konular olarak karşımızda durmakla beraber, içeriği fazla kurcalanmadan, yüzeysel kavramlarla götürülmeye çalışılmaktadır. AKP’nin içte tüm anti-demokratik icraatına ve var olan anayasayı da bir tarafa koyarak işleri fiilen götürürken reel olarak şimdilik hiç ihtiyacı olmamasına rağmen “demokratik anayasa” lafını ağzından düşürmemesi Batıya verdiği mesajdır. Bu nedenledir ki, AKP’nin bu projesine maddi ve manevi destek verenler AKP’nin halkımızı ve Batıyı kandırma projesine destek vermiş olurlar.

Devleti işletme sanıp, siyaseti iş adamlığı mantığı ile götürmeye çalışan AKP kurmayları, her icraatı bir ticari aksataya dönüştürüp müteşebbis payını hesapladığı gibi, Batı’nın İslâm’ı kapitalistleştirme projesinde taşeronluk rolüne soyunma karşılığında da bu bölgenin “kâhyası” unvanını talep etmekte, bu unvanı içeriye ise daha kutsal başlıklarla yutturmaya çalışmaktadır. Kısacası, Batının projesi uygulanacak, ama bunun bir karşılığı olacaktır. Ne var ki, bu bölgede iki dev çatışmaktadır. Devlerden birinin uçağını düşürerek diğer deve sempatik gözükmek de fazla olanaklı değil, çünkü Ortadoğu’da taşeron cinayet şebekeleri üzerinde de farklı görüşler var ve Türkiye’nin acil çözüm bekleyen Kürt meselesi emperyalistlerin de ilgi alanı içinde bulunmaktadır.

Kaba görüntüsü ile böylesi bir satranç tahtası üzerinde cambazlığın sokak mantığı ile yapılamayacağı ortadadır. Bir tarafta yılların casusluk ve güç deneyimine sahip bir imparatorluk ve sistem bakiyesi, diğer tarafta ileri teknoloji ve ilişki ağları üzerinde politika yapan ekonomi ve askeri güç Ortadoğu’da bilek güreşi yapmaktadır. Bu ortamda akıl ve kalp ile donatılmış ekip politikası dışına çıkmak siyasetçiyi sadece “one minute(s)” ayakta tutabilir, o da göstermelik olarak! İşte bugün gelinen nokta!

Sultanahmet meydanında İŞİD tarafından öldürülen Alman turistler olayın bir dakikadan da az zaman ayırıp akademisyenlerin imzasına günlerce haykırarak örtmeye çalışan siyasetçinin imdadına, bu kez de Atatürk Havalimanı katliamının bastırılmasına köprü açılışı olanak sağladı. Onlarca insan katledilmişken, bir bayındırlık faaliyeti sonrasında her şeyi unutup böylesine coşku yaşayan bu fanilere sadece bir günü bayram olarak kutlamak biraz haksızlık olmaz mı?

Değerli okuyucularıma iyi bayramlar, huzurlu bir tatil haftası diliyorum!