Kararsız denge tehlikesi

Kararsız denge durumu, dikine duran bir cismin her an herhangi bir yana devrilebilme olasılığını ifade eder. Örneğin, masa üzerindeki bir demir paranın her an iki taraftan birine devrilme olasılığı kararsız denge durumudur. Para devrilinceye kadar yaşanan istikrar fevkalade riskli ve anlık görüntüden ibarettir. Türkiye’nin mevcut yönetimde bölünmüş toplum koşulu altında yaşadığı istikrar da, bir dizi nedenden dolayı, kararsız denge niteliğindedir ve geçicidir. Siyasi liderlerin devamlı  “istikrar” vurgusu yapmaları, anlık durumu korumaya yönelik endişenin göstergesidir. Einstein’in fizik kuralı olarak ifade ettiği, devrilmemek için bisikletlin devamlı sürülmesi kararsız denge koşuludur.   

AKP yönetiminin giderek tavizsiz sertleşmesi, karşıt güçlerin direncini yansıtır, fakat buna bağlı olarak siyaseti meşrulaştırmaz. Siyasetin sertleşmesi ve Gezi direnişinde siyasilerin “toplumun diğer yarısını evde zor tutuyoruz” şeklindeki tehlikeli ve tehditkâr açıklamaları toplumun bölünmüşlüğünü gösterdiği kadar, siyasilerin derin korkusunu da yansıtmaktadır. Cepheleşen toplumun bir kesimi çeşitli sosyal ve ekonomik tavizlerle yandaş bölgede tutulurken, karşıt kesim tavizsiz şiddet ve baskılarla susturulmaya ve denetim altında tutulmaya çalışılmaktadır.  

Toplumun ayrıştırılıp cepheleştirilmasiyle tahkim edilmeye çalışılan siyasi gücün baskı araçları sindirme ve biata zorlama yöntemleridir. İş yaşamından sanatsal faaliyetlere, akademik yaşamdan toplumun hemen tüm kesimlerine dek uygulanan ideolojik aygıtlar dincilik ve imparatorluklaşma hayalidir. Siyasal erk öyle düşünmektedir ki, dincilik insanların manevi duygularına hitap ederek bir yandan toplumsal sembiyotik yaşamı sağlarken diğer yandan da baskıcı siyasetin ve sömürücü emperyalizmin acılarına katlanmada narkoz etkisi yapar. Aynı yönde çalışan imparatorluklaşma hayalinin yaratacağı duygunun ise, hem toplumsal ezikliği yapay olarak ayağa kaldıracağı hem de emperyalizmin algılanma şiddetini hafifleteceği sanılmaktadır. Böylece, yapay mahmuzlanma etkisi ile sanal şaha kalkan toplum emperyalizmin hizmetine sunulurken, siyasal erk saltanatının yaşam süresini güvenceye alarak biyolojik yaşam süresine eşitlemeyi ummaktadır!

Osmanlı’ya öykünen bir siyasal kadro, ne gariptir ki, projesini uygularken çok önemli bir noktayı gözden kaçırmaktadır. Osmanlı’nın genişlemesinin aynı anda duraklamayı ve çöküşü de beraberinde getirdiği süreci atlayan siyasi erk, söz konusu ideolojilerle toplumu tutmaya, hatta belki de uyutarak çimentolamaya çalışırken, ideoloji alanını toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde genişletmeye çalışırken, etki şiddetinin azalacağını, muhtemelen tepki yaratacağını hesaba katmamaktadır. Belki de bu bir mantıksal atlama olmayıp, bisiklet örneğinde olduğu gibi, çaresiz yürüyüşün kaçınılmaz sonucudur.

AKP’nin önemli ideolojik aygıtı olarak devreye soktuğu ve bizzat liderlerinin laik devlet ilkesi ile bağdaşmayan dindar toplum söyleminin siyasi yansıması dincililktir. Dindarlık bireysel inanma çerçevesinde kişiye özgü psikolojik-içsel yaşam felsefesidir. Dinin siyaset alanında kullanılması ise dincilik adı ile bilinen toplumsal-siyasal sahteciliktir. Yaygın toplumsal algılamada,  bireysel içsel-psikolojik  inanç alanı ile toplumsal-sosyal davranış patikası örtüşebilen alanlar olarak algılanıp biribiri ile karıştırıldığından, siyasiler tarafından dincilik rahatlıkla dindarlığı ikame edercesine alana sürülebilmektedir.  Bu durumdan yararlanan siyasal yapının, emperyalizmin pençesindeki Türkiye’yi sürüklemeye çalıştığı alan, insanların psikolojik alandaki kutsal duygularını sömürüren ve fırsatçı siyasilere toplumsal-siyasal sahada manevra alanı açan gericilik bataklığıdır. AKP’nin söz konusu dincilik politikasının zamanla anlaşılması ve partinin tabanı olarak gördüğü samimi dindarların sahtecilikten ayrışarak uzaklaşması sistemin birinci önemli çözülme aşamasını oluşturacaktır.

Gericiliğin dindarlıkla karıştırılması, bir yandan-kapitalist sistemde nasıl olacaksa!- “inanan insanın suç işlemekten çekinmesi” algılaması, diğer yandan da, bu algılamayı güçlendiren “bizdendir” düşüncesi, toplumsal-siyasal eylem ve davranışların “körlük perdesi” arkasından gözlenmesi ve değerlendirilmesine yol açmaktadır. Siyasilerin davranışlarının gerçek boyut ve etkisiyle kavranamaması, gerek ahlaksal gerek dinsel açılardan izin verilmeyen bir davranış olarak, siyasilerin körü körüne aklanarak iktidar yaşamlarının sürdürülmesine olanak sağlamaktadır. Dinciliğin, gerek toplumsal sembiyotik yaşam sağlamaya yönelik sahteciliği, gerekse toplumsal kalkışı önleyici baskıcı yönü siyasilerin icraatlarının yorumsuz ve yargısız onaylanması anlamına gelir ki, böyle bir ortamı demokratik olarak nitelemek bir yana, cumhuriyetçi olarak dahi görmek olanaklı değildir. Böyle bir sistem olsa olsa despotluk ya da padişahlık olarak nitelenebilir. Dinciliğin ve bu anlayışla iktidarda kalmanın yolu olarak “bizdendir” cilik kayırması ile kurumlara eleman atamalarında ehliyete uyulmaması ise kısa dönemde siyasi avantaj gibi görülüyor olabilmekle beraber, uzun dönemde AKP politikalarını ve toplumu çöküşe sürükleyecek ikinci aşamadır. Umalım ki, toplumsal uyanış bu aşamaya geçmeden gerçekleşir!

Toplumların dincilik ya da mezhepçilikle ayrıştırılması yanında, millet ya da ümmet mantığı ile uzun süre ayakta tutulması olanaksızdır. Haddimizi ve hududumuzu aşan derin sosyolojik analizlerden uzak durarak, şu kadarını söylemek olanaklıdır ki, olumsuzlanan kesimler uzun süre yapay olarak baskılanamayacağı gibi, yandaş toplum kesimi de emperyalizmin baskıları ve sair nedenlerle iktidara beslediği anlamsız sadakat duygusunda zaman içinde esneklik göstermeye başlayacaktır. Tüm baskı altına alma çabalarına rağmen, yaygın medya ve sosyal medyanın da uzun dönemde özgürlüğün yanında ve hizmetinde olacağından kuşku duyulmamalıdır.