Kapitalizmin bilim ve çevre düşmanlığı

Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Hamzaoğlu, öğretim üyesi kimliği ve bilinciyle Dilovası’nda çok ciddi bir araştırma yapmış ve bulduğu sonuçları kamuoyu ile paylaşmıştır. Bunun ardından, ilgili merciler gerekli önlemleri almak üzere harekete geçeceklerine maalesef, hoca bir yandan üniversitenin aleyhinde açtığı soruşturmayla, diğer yandan da üniversitenin izin vermesi durumunda 2-4 yıl dolayında hapis talebiyle yargılanma durumu ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.

Bir bilim insanı, mesleki konumu ve sorumluluğu gereği bilimsel araştırmalar yapar ve elde ettiği sonuçları, gereğinin yapılması amacıyla ilgili makam ve kamuoyu ile paylaşır. Bu yönü ile bilgi, tüm kamunun yararlanmasına açık bir tür kamu malı niteliğindedir. Hal böyle iken, gelişmiş ekonomilerde ve Türkiye’de de yapılan düzenlemelerle, üniversitelerde bilgilerin bir ticari kuruluşla işbirliği içinde yürütülmesi ve bulguların kullanım hakkının ilgili ticari kuruluşa terk edilmesi koşulu getirilmiştir. Üniversitelere yönelik kamusal desteğin giderek kısıldığı günümüz koşullarında, maalesef bazı üniversitelerimizin de bilgiyi metalaştırırcasına, “üniversite-sanayi işbirliği” görüşüyle kutsandığı bu süreç, bir yandan araştırmaların sermaye denetimi içinde tutulmasına, diğer yandan da sermayelerin birbirleri ile mücadelede bilgi avantajının elde tutulması amacına dayanmaktadır.

Bilimsel çalışmalar ve bu çalışmalardan elde edilen bulgular önceki bulguları geçersiz kılabilir, hatta tıp ve sair alanlardaki yeni buluş ve gelişmelerde görüldüğü üzere, geçmiş uygulamaların olumsuz sonuçlarını dahi açığa çıkarıyor olabilir. Geçmiş bulgulara göre üretim planlaması yapmış olan bir sermaye ünitesi, yeni bulgular karşısında değersizleşeceğinden, böylesi sonuçlar ortaya koyabilecek araştırmaları engelleyebilir ya da araştırma bulgularını bir süre için gizleyebilir. Bu nedenle, sermaye dokusunun gelişmesi ve sermayeler arasında rekabetin kızışması, bilimsel faaliyetlerde toplumsal yararı birinci amaç olmaktan uzaklaştırmaktadır.

Onur Hamzaoğlu olayında salt insani yararın ve kamu yararının güdülmüş olduğu görülmektedir. Şöyle ki, sanayinin yoğunlaştığı Dilovası bölgesinde doğan bebeklerin ilk kakalarında ve annelerin ilk sütlerinde ağır metallerin bulunması, bölgede yüksek kanser riskinin bulunduğu anlamına gelmektedir. Her aklı selim sahibinin ve üniversite ve kamu organlarının bu durum karşısında incelemenin derinleştirilmesi ve halk sağlığı adına gerekli önlemlerin alınması yoluna gitmeleri gerekirken, Onur Hamzaoğlu olayında bu yola değil, tam tersine, bulguları yayınlamış olmasından dolayı hocanın cezalandırılması ve susturulması yoluna gidilmiştir. Diğer bir ifadeyle üniversite yönetiminin Onur Hoca’nın üzerine gitmesi, ünlü düşünür Merton’un “(...)bilimsel bulgular toplumsal işbirliği ile oluşturulur ve daha önce üretilen bilgilerin devamı niteliğindedir ve bunlar topluma tahsis edilir... Akademik bilginin ürünü ‘kamusal bilgi’dir. Araştırma sonuçları toplumla paylaşılır. Bilgi, sınır tanımadan, engelle karşılaşmadan herkese ulaşır” şeklinde ifade ettiği komünalizm ilkesine aykırılık teşkil eder niteliktedir.

Merton’un toplumsal yararı hedefleyen yaklaşımı karşısında Onur Hamzaoğlu’nun maruz kaldığı baskı, toplumsal yarar karşısında sermayenin kâr hırsı ve bu hırsın dürtüsünde toplumu ve doğayı tahrip etmede bir beis görmemesi ve bu amaçla toplumsal yarara yönelik olması gereken bilimsel faaliyetleri de kendi denetimi altına almasının sonucundan başka bir şey değildir.

Sanayi kuruluşları faaliyetlerini çevreye zarar vermeden yürütebilir ancak bunun için ilave maliyete katlanmak gerekir. Sanayi atıklarının güvenli şekilde yok edilmesi veya hava ve su kirliliğinin önlenmesi teknolojileri bilinmektedir fakat bu tür önlemlerin alınması firmalara ek maliyet getirmektedir. Çevrenin korunması bir insan hakkı konusu olup, bu alanda bazı önleyici yasa ve düzenlemeler de yapılmaktadır. Ancak, sermaye-siyaset işbirliği sonucu olarak sermayenin kâr hırsının frenlenmemesi sonucunda, hem bu konudaki yasalar ve düzenlemelerin yetersiz oluşturulması hem de etkin denetimlerin yapılmaması çevre maliyetlerine yol açmaktadır. Sermaye kuruluşlarının böylesi müdahalelere karşı duyarlı olması ve doğa ya da halkın yararı karşısında kendi kâr hırsını gütmesi, sermaye açısından kısa dönemde anlaşılabilir olmakla beraber, çevre kirlenmesi ya da doğanın tahribi, uzun dönemde bizzat sermayenin de aleyhinedir.

Üniversitenin bu bağlamdaki rolü, salt emekçilerin ve çevre halklarının anlık hak ve çıkarlarını korumaktan öte, tüm toplumun geleceğinin güvence altına alınmasını sağlayacak bir ekonomik üretim ilişkisi modelini topluma sunmaktır. Tüm bu acı ve felaketlerin sebebi bizatihi sermayenin kendisi değil, sermayenin özel mülkiyet biçimi ile tanımlanan kapitalist sistemdir. Bu nedenle, bugün karşılaştığımız hemen hemen tüm sorunlara parçalı değil bütünsel yaklaşım yaparak, ekonomik sistemi insan ve doğa uyumu içinde tanımlayan bilimsellikten yana olmalıyız.