'İnsanı güzelleştiren - insan çirkinleştiren Gezi olayı'

Geçtiğimiz hafta sonunda Sosyoloji Mezunları Derneği (SOMDER) Gezi olayının birinci yılı dolayısıyla bir değerleme toplantısı tertipledi. Biri Yunanlı diğeri İngiliz olmak üzere iki yabancı dostun da katıldığı iki panelde toplam yedi panelistin fevkalade yararlı konuşmalarıyla ve konuşmalar akabinde yapılan katkı ve tartışmalarla, üzerinden bir yıl geçmiş olan Gezi olayları oldukça etraflı bir şekilde irdelendi. Başlangıçta kısa bir sine-vizyonla yaşatılan Gezi dehşet anlarını, ilk panelin açış konuşmasını yapan değerli dostumuz Gündüz Vassaf hoca, yukarıda tırnak içinde verdiğim çelişkili ifade ile yorumladı insanların özgürlüğe kalkış güzelliği yanında, bu güzelliği baskılamaya çalışan güvenlik güçlerinin acımazsızca orantısız güç kullanma çirkinliği!

Gezi kalkışı Türkiye'de yaşandı, ancak bu kalkış ne İstanbul ile sınırlı kaldı, ne de Türkiye ile. Türkiye'nin hemen her ilinde Gezi'yi anma ve yaşatma toplantıları yapıldığı gibi, Gezi kalkışını, Fransa'da 2005, Yunanistan'da 2008 ve İngiltere'de 2011 yıllarındaki çeşitli sosyal kalkış hareketleri silsilesinde görerek, neo-liberalizme karşı insanlığın direnişi olarak yorumlamanın anlamlı olacağı vurgulandı.

Tartışmalar arasında en önemli başlıklardan birini, öteden beri çok tartışılan bir konu olan Gezi topluluğunun niteliği ya da kimliği oluşturdu. Bazı görüşlerde, çoğunlukla gençlerden oluşan topluluğu salt ekonomik anlamda sınıf olarak değil, fakat çöken kapitalizmin dinsel muhafazakar anlayışına karşı çıkışı simgeleyen sosyal ve kültürel konularda marjinalleşmiş gruplar olarak "kırsal proleter" kimliği ile tanımlamanın daha geçerli olacağı belirtildi. Gezi grubu kimliğinin, bazı yorumcular tarafından "y-kuşağı" vb gibi daha magaziner açıklamalar ise, söz konusu kavramın ABD'li sosyologlar tarafından "kar ençoklaştırması" amacını gerçekleştirmeye yatkın kişilikleri nitelemede kullanılan "x-y-z kuşağı" tanımlamasının aktarılması olduğu gerekçesi ile reddedildi. Politik psikoloji üzerinde konuşma yapan akademisyen dostumuz, daha da ileri giderek, bir toplantıda ABD'de sosyoloji yüksek lisans çalışması yapan bir araştırmacının polisin şiddetini, polis ve eylemci grupların birbiri ile temas etmeyip, birbirilerine yabancılaşmış olmalarına bağlamış olmasını, doğrusu biraz da müstehzi bir ifade ile yansıttı. Toplantıda konuşulmamış olmakla beraber, bu örnekten, toplumlara özgü sosyal olay ve olguları açıklamaya yönelik sosyal bilimlerin yabancı ülkelerde tahsil edilmesinin ne denli sakıncalı ve isabetsiz olması yanında, bir o kadar da bireyi abes ve garip yorumlara sürükleyebileceği anlaşılmaktadır. Bu garabeti, böylesi oluşumdan müstefit olan merkez kapitalist ülke akademisyenlerinin değil, bizler gibi çevresel ülke akademisyenlerinin fark etmesi önemlidir. Heyhat!..

Toplantıda Gezi isyanının sebebi üzerinde de durulurken, var olan siyasal yapılar ya da siyasal kişilikler üzerinde yoğunlaşırcasına dar ve kişisel yorumların geçerli olmadığı, söz konusu yapıyı ve kişiyi destekleyen sosyal yapılara ulaşmanın gerekli olduğu vurgulandı. Bu bağlamda, sosyal dokunun oluşumunda neo-liberal politikalar ve bu politikaların bireyleri giderek yoksullaştırması ve marjinalleştirmesi vurgulandı. Her ne kadar Gezi isyanında genç ve henüz emekçi ordusuna katılmamış olanlar çoğunlukta gibi görüldü ise de, bu kişilerin geleceğe ait umut ve beklentilerinin isyanda önemli rol oynadığı da ifade edildi.

Toplantının belkemiğini oluşturan Gezi gurubunun kimliğinde diğer ve oldukça ilginç bir yaklaşımda da, kimliğin önemi yadsınmadan, fakat asıl belirleyicinin grubun neye yöneldiği, amacının ne olduğunun önemli ve vurgulanması gerektiği üzerinde duruldu. Bu yaklaşımda, grup bileşeninden öte, Gezi direnişinin neo-liberal politikaların yansıması olan kentsel rantların sömürülmesi, özelleştirmeler ya da kamusal hizmetlerin ihale ya da hizmet satın alınması yöntemi ile kapitalizmin krizinin ilkel sermaye aktarma yolu ile aşılmaya çalışılmasına karşı çıkış grubun hedefini oluşturduğu vurgulandı. Böylesi bir çerçeve oluşturulduktan sonra, "ideolojik mülksüzleştirme" bağlamında ve iktidara geldiği andan itibaren çeşitli mekanizmalarla çevresine siyasi taban aktarma sürecinin artık tıkanması nedeniyle AKP iktidarının yolun sonuna geldiği ifade edildi. Bu noktada, seminerde tartışılmış olmamakla berber şu konuyu düşünmemizin yararlı olacağı kanaatindeyim. Hiçbir siyasi gerekçe ve husumetin bulunmaması bir yana, tam tersine, Türkiye hükümetinin bazı politika uygulamaları nedeniyle Irak'ta konsolosluğun işgali ortamında (planın bir parçası olabilir mi!), ABD hava müdahalesine hazırlanırken, Musul petrolünden pay verme ve/veya bir miktar karşılıksız yardım (ikna fiyatı!) anlaşması ile kara operasyonuna tav olma AKP'yi acaba bir yerlere taşır mı! Seminerde açıkça ifade edildiği üzere, bu konuda da salt siyasi yapıyı ve liderini değil, onlarla beraber, bu yapıya destek veren, aymaz aydınlar da (!) dahil, sosyal dokuyu analiz etmek gerekmektedir.

Sosyal olayları incelemek ve topluma anlamlı açıklama ve yorum getirmek sosyologların işi olarak saptanırken, sosyologları bekleyen çok önemli bir dönüşümün gerekliliği üzerinde önemle duruldu. Modern yapılanmadan, post-modern ya da daha farklı yapılara geçilirken, bizzat sosyologun da görüş açısını ve odağını değiştirmesinin olayları kavramak açısından önemli ve gerekli olduğu vurgulandı.

Gezi isyanı unutulmamalı ve soğurtulmamalı. Aynı şekilde Soma faciası ve tüm emekçilere uygulanan ekonomik cinayetler unutulmamalı ve bu alanda sonuna dek mücadele sürdürülmelidir. "Babalar Günü" dolayısıyla, Soma'da yitirdiğimiz ve tüm emekçilerin çocukları ve geride bıraktıkları acılı ailelerini saygıyla anıyorum, dinmeyen acılarını paylaşıyorum!