'İnsan Hakları Haftası'na yakışmadı

Ne ilginç bir rastlantı ki, 10- 17 Aralık İnsan Hakları haftası olarak kutlanmakta, onu izleyen haftaya ise henüz bir isim bulunmadı! Bazı kutlamalar anlamlı olabilir, ancak şu da bir gerçek ki, olanaklı olan yaşanır, olanaksızlıkların kutlaması yapılır! Kapitalist sistemde insan hakları kutlaması da böyle bir şey gibi geliyor bana. Sermayenin sisteme adını verdiği ve kendi dışındaki maddi ve gayrı maddi hemen her şeyi şekillendirip denetlediği bir sistemde insan hakları kutlaması biraz komik olmuyor mu! İnsanlığı feodal yapılanmanın serf sisteminden kapitalizmin ücretli köleliğine dönüştürmek, sonra da insan emeği üzerine kurduğu sömürü sisteminde insan hakları kutlaması yapmak sizce de aldatmaca değil mi! Siyasetin ekonomik güç ilişkisi üzerinde yükseltildiği düzenin politik mücadele ve kamu karar alanı olarak  haklara yutturulduğu sistemde insan haklarından söz etmek tezat olmuyor mu!

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasından 1970'lerin sonuna dek Batı dünyasında hakimiyetini sürdürmüş olan "sosyal demokrasi" nin nefesi tükendiğinde emekçilerin sefilleşip, sermaye yapısının ise bugünkü krizi tetikleyecek boyuta gelmiş olduğunu görmedik mi! Devasa boyuta gelmiş olan sermayenin bütün yerküreyi ayaklarının altına almasına küreselleşme demokrasisi adını veren gafillerin insan hakları olgu ve kavramı ile nasıl bir ilişkisi olabilir ki! Doğanın elimizden kayarcasına kirletilmesi pahasına üretim ve gelir yükselişine paralel olarak yoksulluğun da yükselmesi yaşanırken hangi insan haklarından söz edilebilir ki! Neoliberalizm politikaları ile dünya çapında sömürü pekiştirilirken, ciddi karakter aşınmasına uğrayan insanın karşısına geçip de insan haklarından söz etmek onunla alay etmek değil de, nedir! İnsanlığı dejenere eden sermayenin özel mülkiyet yapılanmasına karşı sınıfsal mücadeleyi sürdüren insanların ve emekçilerin sınıf mücadelesini köreltmeye yönelik olarak, sahte özgürlük adına, alt kimlikleri öne çıkarıp, özellikle yoksul ekonomilerde iç çatışmalar körüklenirken insan hakkı sahte savunucuları nerede idi? Kimliklerin baskılanmasını sömürüyü derinleştirmeye yönelik ayrıştırma ve dışlama şeklinde değil de, devlet faşizmi olarak algılayarak, sistemi geri plana çekmenin insan hakları ile nasıl bir ilişkisi olabilir ki!   

İnsan hakları salt diriler arasında yaşanacak bir olgu olmamalıdır. Belirli zaman boyutu neslinin, geçmiş nesillerin bıraktığı mirasın kadrini bilmesi kadar, gelecek nesillere bırakacağının da sorumluluğunu taşıması gerekir. Zira, bir neslin insanı üzerinde geçmişten gelen ve geleceğe uzanan bir insan hakları sorumluluğu vardır. Boğaziçi Üniversitesi olumlu olduğunu umduğum bir teşebbüsle Nazım Hikmet Araştırmaları Merkezi açmış bulunmaktadır. Bir üniversitenin böylesi araştırma merkezleri açarak, merkezlerin adına yaraşır araştırmalar ve yayınlar yapması fevkalade ciddi ve önemli bir teşebbüstür. 

Ancak; Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Araştırma Merkezi'nin açılışında Orhan Pamuk'un konuşmacı olarak saptanması fevkalade yanlıştır ve Nazım Hikmet'e yönelik bir insan hakları ihlalidir. Nazım Hikmet, adı ile değil, ünü ile öne çıkmış bir şair olmanın çok ötesinde bir düşünürdür ve insan hakları mücadelecisidir. Nazım Hikmet Nobel almamıştır, zaten ona verilmezdi de, verilmiş olsa idi o da kesinlikle böyle bir ödülü reddederdi! Nazım Hikmet bir dönem şairliği ve aşkları ile öne çıkarılarak, fikirsel alanda değersizleştirilmeye, hatta aşağılanmaya ve gözden düşürülmeye çalışıldı. Böylesi hakaretlere maruz kalmış olan Nazım Hikmet'in, hayatta olsa idi, kimlerle birlikte konferansa katılır ya da birlikte eyleme yönelirdi meselesi, her aklı selim sahibinin rahatlıkla yanıtlayabileceği bir konudur. Tersinden bakarak, bugün ona yapışanlar, Nazım Hikmet hayatta olsa idi, onunla beraber olurlar mı idi! Nazım Hikmet adı, ölümünden sonra tüm dünyada taktirde anılıyor ise, artık o isim simgeleşmiş ve klasikleşmiş demektir. Yaşamda alınmış ödüllerden daha önemli olan, ölümden sonra böylesi kalıcı olmaktır. Ölümden sonra kimlerin kalıcı olacağı ve kimlerin silineceği ise, insanın yaşam süresinde bilinmez, ama Nazım Hikmet'in kalıcılığı muhkemleşmiştir. Bir bilinirle bir bilinmezi yan yana koymak, duruma müdahale edemeyecek bir insana büyük bir saygısızlık ve insan haklarına aykırı davranıştır. Böyle bir daveti yapmak kadar, davete icabet etmek de Hazım Hikmet'in manevi kişiliğine saygısızlık ve haklarına saldırıdır. Toplumun maşeri vicdanı haklarına saygısızlık yapılanın anısını kirletmez, ancak buna yol açanları affetmez! Nazım Hikmet Araştırma Merkezi Boğaziçi Üniversitesi adına ne kadar olumlu bir girişim ise, maalesef, başlangıç girişimi de o denli elim bir hatadır. İnsan hakları anlayışı aramızda olanlardan çok, olmayan, haklarını savunamayanlar için gözetilmelidir. Sağ olanlar kendi haklarını koruyabilir, korumalıdır da. Yaşamda olanların haklarını başkasının savunması ancak korumacılık, ağalık ya da siyasi avantacılıktır, ki bu tür girişimler de başlı başına saygısızlıktır. Sağ olmayanların haklarının savunulması ise dünya insanlığı ve vefa anlayışı gereğidir!