İki alanda fahiş hata

Bir zamanlar hükümetin, daha doğrusu partinin etrafından fır dönerek, partiyi ve liderini övmede, daha doğrusu pohpohlamada öne çıkanlar, nasıl anladılarsa(!), son dönemlerde gemiyi terk etmeye başladılar. Kimi emredilen görevi kabul edip son aşamada işi bırakarak zevahiri kurtardığını düşündü, kimi anlaşılır-anlaşılmaz ifadelerle biraz üzgün olduğunu belirterek günah çıkarma yoluna saptı. Tam terk ediş hızlanacaktı ki, hem partiyi hem de aveneleri kısmen kurtaran bazı gelişmeler ortaya çıktı. Bunlardan biri, ekonomi alanında, FED Başkanı’nın, adeta imdada yetişircesine, biraz gevşek dozda da olsa, piyasaları sıkıştırma kararını açıklaması diğeri ise birincisi kadar güçlü olmamakla beraber, kısmen gündemi dağıtıcı nitelikte olan, Suriye ve son kertede Mısır olaylarıdır. Bu iki gelişme, içteki sorunları hem perdeledi hem de bazı alanlardaki olumsuz gelişmelere gerekçe olarak kullanılabilir malzeme sundu.

Toplumun hemen her kesiminin hassasiyetle üzerinde durduğu iki alandan biri istikrar, diğeri ise terördür. Gerek esnaf, gerek büyük sermaye çok doğal olarak istikrara büyük önem veriyor ve bu alandaki yapay başarı(!) da büyük siyasi avantaj getiriyor. Terör konusu ise üzerinde ilave bir kelime bile edilemeyecek önemdedir. Bu sorunlarla yıllarca boğuşmuş ülke halkımız, çok doğal olarak, bu iki alanda hassasiyet oluşturmuştur. AKP iktidarı, bir anlamda doğru bir okuma ile, tek parti avantajını da kullanarak bu iki alana yönelmiştir. Ne var ki, doğru bir politik yöneliş adresi olan bu iki alanda, uygulanan yanlış politikalarla, bugün otoriter yönetim altında derin bir sarsıntı geçiriyoruz.

Ekonomi alanında istikrarın sağlanması, ekonomik olarak da 2000 yılında yapılmış ve uygulamaya koyulmuş olan IMF-Derviş reçeteleri ile sağlanmaya çalışıldı. IMF-Derviş reçetelerini dünya kapitalizmi konjonktüründe irdeleyemeyen tek parti hükümeti, acemi doktorun tedavisi misali, uygulamaları ile ekonomiyi uzun dönemde bu noktaya taşıdı. İktisat alanında, son on yılda dünyadaki para bolluğundan yararlanan iktidar, koalisyon dönemi IMF-Derviş programını uygulayarak, giderek yükselen cari açık pahasına, içeride yapay zenginlik yaratırken, bugünkü ekonomik kırılganlığın temellerini atıyordu. Tasarrufun yüzde 12’lere düştüğü, üretimin büyük bölümünün dışarıya taşındığı, hizmetler ve inşaat sektörüne ağırlık verilerek yürütülmeye çalışılan ekonomik uygulamada, zecri bütçe önlemleri ile IMF borcu bitti ama dış borç bitmedi, kanal değiştirerek yükseldi ve 360 milyar dolar düzeylerine geldi. Bugünleri görmek için IMF-Derviş programının amacının krizdeki Batı ekonomilerine reel ve finansal sermaye alanlarında piyasa oluşturmak olduğunu idrak etmek, bu bağlamda özelleştirmeler-yabancılaştırmalar (yani özvarlık-borç değişimi uygulaması), sosyal devletin çökertilerek ticarileştirilmesi ve sınırsız finansal operasyonlara açılmayı yorumlamak zorunda idik. Ne yazık ki, ne hükümet ne de aveneler bunu böyle gördü, görenleri de ilkçağ yaratıkları olarak niteledi. İşte cehaletin boyutu! Anlık bilgiyi süreç içinde değerlendirmeyip, olduğu gibi algılamak, yani bilgi elde etme aşamasından, nedensellik sorgulaması yoluyla, bilimleştirme aşamasına geçemeyen toplumların kaderi budur. Bu kader içinde fırsatçı iktidarları avuçları içine alan emperyalistler, halkları hüsrana sürükler. Hüsran yaşanırken ağaya babalanmak, tuzağa düşmüş avın çaresizliğini ifade eder.

İkinci alan, ekonomi ile de bağlantılı olan terör alanıdır. Bu alanda özgürlükler, insan hakları, uluslararası ilişkiler, emperyalistlerin Ortadoğu üzerindeki emelleri karşısında ülke insanının düşünce ve görüşleri vb. gibi birçok hat birbiri ile kesişmektedir. İktidarın emperyalistlerin projesi doğrultusunda bu alana yönelmesi bir risk idi. Ancak yeni kurulmuş bir partinin, bu riski alması için böyle bir tavize razı olması gerekiyordu. Emperyalistlerin ruletinde salt hükümet yoktu, Kürt halkı için mücadele veren savaşçı ve politik kadro da vardı. Onlar da söz konusu kararsız denge üzerinde yürüyordu. O kadar kararsız denge ki, politik görüşler zaman içinde bağımsızlıktan, eyalet yönetimine, oralardan da kısmi özerklik gibi farklı alanlara savruluyordu. Sovyetler’in çöküşü ile de hızlanarak yaşanan bu süreçte AKP’nin yeni anayasa dayatması iç gereksinimden çok, bu sürece anahtar olacak idi. Zira AKP, kendi gereksinimi için bir anayasa referandumu ile istediği değişikliği yapmış idi. Yürüyüş yollarını temizleyen AKP, yeni anayasa inşasında muhalefetin desteğini alamayacağını hesabıyla, DTP ile masaya oturabilirdi. Ancak, partinin Öcalan ve dağ ile ilişkisinin iltisak yaratıyor olması nasıl aşılacaktı!

Başlangıçta işler yolunda idi de, daha doğrusu yüzeyde öyle gözüküyordu. Şimdilerde her iki alanda da gidişattan hoşnut olmayanların sesleri, kısık tonda da olsa, yükselmeye başladı. Oysa, ne işler başlangıçta iyi gidiyordu, ne de şimdi öngörülmedik biçimde ters döndü. Başlangıçtan itibaren istikrarı da Kürt sorununu da yanlış algıladık ve emperyalistler-AKP işbirliğinde bu iki sorunun özgürlükler havuzunda çözülebileceği zehabına kapıldık. Dünya ve gelişmesini tamamlamamış çevresel konumda iç ekonomik koşullar altında istikrar da Kürt sorununa AKP yaklaşımı çerçevesinde Kürt ve Türk halklarımız için özgürlükler pahasına olmak zorundadır. İktidar, bugün söz konusu her iki alanda da eleştiriliyorsa, bu durum dünkü övgülerin yanlış olduğunun kanıtıdır.