Hayret, demek iyi niyet kurbanı imiş!

Politik fırsatçılık makul sınırlar dahilinde anlaşılabilir bir davranıştır. Popülizm ya da Machievellianism dahi belirli sınırlar dahilinde, ancak halklara zarar vermemesi koşulu ile anlaşılabilir. 17 Aralık tarihinde açıkça su yüzüne çıkmış olan AKP ile “paralel yapılanma” arasındaki ilişki ve günümüzdeki çatışmanın hiçbir meşru temeli bulunmadığı gibi, bu habis koalisyon halkın yararına olmayıp, tam tersine, topluma uzun yıllar boyunca silinmesi imkansız çok büyük maliyetler de yüklemiştir. Bu habis koalisyonun hesabı sorulmadan ne “paralel yapı” ne de AKP aklanabilir.

Bugünlerde paralel yapı olarak açıkça telaffuz edilen doku, geçmiş dönemlerde herkesçe malumu olduğu halde kimsenin belirleyemediği bir hayaletti. Zamanla bu hayalet “Okyanus Ötesi” varlık olarak anılmaya başlandı. Daha sonraları hayalet, mekanı ile, “Pennsylvania” olarak anıldı. Böylece, zaman içinde coğrafi konumu netleşen hayalet şimdilerde ise bizzat koalisyon ortağı tarafından kişisel adı ile anılarak, lanetlenmektedir. Bu saptama yapıldıktan sonra sorgulama başladı: Bu zat nasıl yeşil pasaport sahibi oldu, niçin ABD’ye gitti, niçin orada ikamete devam ediyor ve ülkesine gelmiyor, vs... Sanki devlete hakim olan ortak bunları öteden beri bilmiyormuş gibi!

Şöyle bir gerçeği de net olarak saptayalım. Bu hareketin varlığı ve giderek artan dozda kamu ve özel sektörde metastaz oluşturma girişimi herkesçe daha AKP iktidara gelmeden önceki dönemde dahi biliniyordu. Hareketin amacının, idari ve yargısal kamusal görevlerde kendi elemanlarını yerleştirip tüm alanlarda etkili konuma gelmedikçe güç gösterisinde bulunmayıp, o gün geldiğinde harekete geçmek olduğu da biliniyor ya da dillendiriliyordu. Hareketin, parlak gençleri kendi yuvalarında “abla” ve “ağabey” yönetiminde barındırıp, amaca yönelik yüksek eğitim kurumlarına yönlendirdiği de biliniyordu. Örgütten ayrılan bazı yandaşların kaçamak ifadelerinde örgütün ne denli disiplinli çalıştığı anlatılıyordu. Topluma gizli korku veren bu harekete karşı örgütsüz direnmek olanaklı olmadığı gibi, topluma saçılan bazı avantajlar da hareketin yandaşlarını genişletiyordu. İnsanlığa hizmete kendisini adadığı ifade edilen, bu amaçla dinler arası ittifakta dahi yer almış olan Gülen Hareketi, dünyanın dört bir yanında Türkçe eğitim veren okullar açarken, her ne hikmetse, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kışta karda kilometrelerce yol alarak okula gitmeye çalışan insanlarımıza bu şahane hizmetin yüzünü göstermiyordu! Üstelik, ileride o ülkelerle aramızda ciddi politik soruna gebe olabilecek şekilde, yabancı diyarlardaki okullarda İstiklal Marşı’nın okunup, Türk Bayrağı’nın dalgalandırıldığı, anlamsız bir şekilde, iftihar vesilesi olarak dillerden düşürülmüyordu.

Oy oranı neredeyse sıfırlanmış bir partiden doğmuş olan AKP, nasıl oldu da bu denli kısa sürede toparlandı, proje üretti ve büyük bir oy oranı ile iktidara gelebildi? Parti hangi projeyi uygulamayı amaçlıyordu? Parti, kuruluş aşamasında kendi projesini mi oluşturdu, yoksa, muhtemeldir ki, uluslararası güçlerin kendi amaçları doğrultusunda Türkiye’yi şekillendirmek amacıyla ürettiği proje ihalesinin talibi mi idi? Zira, Ortadoğu’da sular ısınırken, su ve petrol sorunları yanında, Rusya ve İran’ın bölgedeki etkisinin minimize edilmesi ve İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması, ancak Türkiye ve Kürdistan müttefikleri ile olanaklı olacaktı. Öyle anlaşılıyordu ki, ihaleye çıkarılmış olan Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye halkına “demokratikleşme” ya da “özgürleşme” safsataları ile politik alanda yukarıdan pazarlanıp, Hizmet Hareketi ile sosyal alanda temelden desteklenerek uygulamaya koyulacaktı. Koalisyonun üçüncü ayağı da nettir. Bu projede ABD karşıtları susturulacaktı, zira böylesi komplike “örtülü emperyalizm vesayeti” oluşturma çabası tüm olası alternatif vesayet ortamlarının sindirilmesini gerektiriyordu.

Eksik ve hatalı da olsa, genel çizgilerle tablo böyle bir görüntü veriyorsa, 12 yıllık icraatında AKP’nin bu oluşumdan habersiz olduğunu ya da iyi niyet kurbanı olduğunu ileri sürmesi inandırıcı değildir. Halkımızın yaygın olarak haberdar olduğu, hatta kimilerinin hizmet alanına dahi girdiği bir ortamdan devletin istihbarat örgütlerinin bihaber olması da kesinlikle söz konusu olamayacağı gibi, böylesi bir istihbarat eksikliği suçtur. Üçlü koalisyon halinde emperyalizmle işbirliği içinde halkın ve ülkenin çıkarları aleyhine üretilmiş siyasetin taşeronluğunun yapılmış olması muhalefetin de kesinlikle affetmemesi gereken çok ciddi bir gaflet, hatta hıyanettir. Muhalefetin AKP’ye yönelttiği suçlamaların salt bozulan koalisyon ortağının ortaya döktüğü pisliklerden ibaret kalması, maalesef, koalisyonun diğer habis elemanlarını aklamaktadır. Görünüm çok net ki, neoliberal dönemde ülkemiz ve halklarımız üzerine çöreklenmiş habis koalisyonuna karşı mücadele sistem içi dokularla yapılamaz. Bu alandaki tek ve güçlü mücadele ancak SOL politika ve örgütlerle yürütülebilir.