Hayallere inanmak hoştur!

Piyasa ekonomisi felsefesinde, hele de küreselleşme politikaları ile tüm dünyaya koşulsuz, kayıtsız entegre olmuş bir çevresel konumlu ekonominin plan yapıp uygulaması biraz fantezi gibi duruyor.

Gerçekler uzak olduğunda hayallerle yetinmek, kendisinde “değiştirme” erkini göremeyen ya da yakıştıramayanlara yaraşır. Nereden başlamalı ki ekonomide işler iyi gitmiyor, siyasette dünya dehası “hoca” nereye el atsa kuruyor, ileri demokrasi alanında ise devletin polislerinin gözü önünde beyaz gömlekli eli palalı kişilerin saldırısı gelecek için gönlümüze inşirah salmıyor. İleri demokrasi hayranı “yetmez, ama evet” yandaşlarının yükselttikleri eser işte bu! Ünlü yabancı basında siyasilerimizin sergilenen halleri, kendileri tarafından nasıl algılanır bilemem, ama bu ülkenin bir vatandaşı olarak beni fevkalade rencide ediyor. Düşünüyorum acaba bu insanları iktidara taşıyan ve destekleyenler, böylesine rencide edilmemizin hesabını siyasilerden soracaklar mı? Tüm fütursuz ve topluma karşı saygısız tavırlarına rağmen, “yetmez ama evet” grubu da bu sorumluluğa dahildir.
Bir paragrafa sığmayacak ileri demokrasi ya da özgürlük safsatalarını bir yana bırakalım, biraz da başka bir boş hayaller dünyasına geçelim. Küreselleşme savrulması ile rotasını kaybetmiş, üretimin önemli boyutunu dış dünyaya taşımış, büyük kısmı buna bağlı olarak cari açığını denetleyemeyip, dünya ortalamasının üzerinde faiz ödeyerek finanse etmeye çalışan ülkemizde planlardan geçilmemektedir. Beş yıllık planlar yanında, IMF doğrultusunda üçer yıllık yürüyüş planları, vs... Geçtiğimiz günlerde Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı, parlamentoda görüşülerek onanmıştır.

Planın kısa detaylarına girmeden bir konuyu huzurunuza getirmek istiyorum. Son birkaç yılın ya da uzak geçmişe ait birkaç yılın Bütçe Gerekçesi’ne bir göz atarsak, önce içimiz ısınır, ancak sonra, tam tersi, içimiz kararır. Önce içimiz ısınır çünkü başlangıç sayfalarında o yıl için her konuda tüm gerekli önlemlerin alınacağı ve gerekli işlerin yapılacağı, neredeyse ileri yıllara hiçbir bozukluğun ya da eksikliğin kalmayacağı yazılmıştır. Sonra içimiz kararır çünkü, yıllar geçmiştir fakat hiçbir şey yapılmamış, her bozukluk ya da eksiklik eski tas eski hamam misali yerli yerinde durmaktadır. Zaten böyle olmasa, her yıl aynı terane tekrarlanmazdı! Planlar ve programlar için de süreç aynıdır. Yani, belgeler güzel ifadelerle bezenir, ama işler kendi mecrasında sürüklenir.

Planlarla ilgili ikinci bir konu ise, piyasa ekonomisi felsefesinde, hele de küreselleşme politikaları ile tüm dünyaya koşulsuz, kayıtsız entegre olmuş bir çevresel konumlu ekonominin plan yapıp uygulamasının biraz fantezi gibi durmasıdır. Zira planın araçsal yönü, belirli kaynakları, belirli amaçlar doğrultusunda yönlendirmek ve kullanmaktır. Planın sosyo-ekonomik amaçsal yönünü ise, kaynakların piyasa güçlerine zıt, toplumsal amaçlara göre tahsisi belirler. Bu noktada sıkıntı başlamaktadır. Bir defa, kapitalist devletler öz kaynaklara sahip olmayıp vergi ve benzeri yükümlülüklerle kaynak oluştururlar. Her ne kadar kamu geliri sağlama felsefesi “kamusal erk” olarak görülse de, ekonomik güç dengeleri “kamusal erk” kavramını “sermaye erki” kavramı ile ikame etmiştir. Şöyle ki, ekonomik ajanların vergi verme potansiyeli yükseldikçe, buna paralel olarak vergi vermeme politik güçleri de yükselir. Bu nedenle, kapitalist devletlerin kamu açıkları siyasal hatalardan ya da rastlantısal olarak oluşmayıp, sistemin organik sonucudur.

Planda hedeflerin kimin tarafından, nasıl saptanacağı ve nasıl uygulanacağı önemlidir. Burada kaynak tahsisi sorunu gündeme gelir. Kaynak havuzunun başına da işsizler ya da toplumun genel çıkarını savunan “melek ruhlu siyasiler(!)” değil, sermaye ve sermaye ajanı politikacılar üşüşür. Kısacası, biraz abartıyla da olsa, planın piyasa işleyişini ve güçler dengesi(zliği)ni değiştirme gücü yoktur ya da hissedilmeyecek kadar azdır. Bu demek değildir ki, bazı işler plana bağlanamaz. Tam tersi, teorik olarak bütün işler, örneğin piyasa kuralları da plana taşınabilir, hatta plan kamuflaj işlevi dahi görebilir.

Bir yürüyüş programı olarak planın, uluslararası sermayenin başat olduğu bir ortamda “piyasacı” olması kaderdir. İşte birkaç örnek: Planda, “eğitimde alternatif finansman modelleri gerçekleştirilecek”, “kamu personel sisteminde uygun iş ve kuruluşlardan başlanarak esnek çalışma modeli geliştirilecek”, “körfez sermayesi çekilmeye çalışılacak”, “boşanmaların azaltılması hedeflenecek”, “evlilik öncesi danışmanlık hizmeti ile aile korunacak”, “Türk sineması marka haline getirilecek, tarihi şahsiyetler çizgi filme dönüştürülecek” vs gibi uluslararası sermayenin hizmetinde, dış kaynak çekmeye matuf, muhafazakar kapitalist sistemin hedefleri öne çıkarılmış. Bir de işin hayal tarafı var. Ulusal gelirin son on yıl ortalaması yüzde 2,8 olduğu halde, bundan böyle yıllık büyüme oranının yüzde 5 olacağı, cari açığın ulusal gelire oranının makul düzeye(!) çekileceği, işsizlik oranının yüzde 7,2’ye geriletileceği gibi hedefler ise, herhalde istatistik hesaplarının maharetine güvenilerek plana konulmuş olsa gerek!

Bir vatandaş olarak, İstanbul Emniyet Müdürü’ne, Vali’ye, İçişleri Bakanı’na ve Başbakan’a bir sorum var: 6 Temmuz Taksim gösterilerinde, Talimhane bölgesinde palalı kişilerin insanlara saldırısını ve o esnada o bölgede bulunan polislerin bu duruma hiçbir müdahalede bulunmamasını lütfen açıklayınız.