Hayalin uzağında gerçeği yaşamak

“Anayasa değişikliği” aldatmacası arkasında ciddi sistem değişikliğine yönelik tasarı dayatması, parlamentoda kavga gürültü içinde kabul edilerek, Nisan ayı dolayında halkın onayına sunulacak gibi gözüküyor. Tek adam yönetimini oluşturacak tasarı, ülkemize kısıtlı burjuva demokrasisini dahi uygun görmeyip, laikliği ve yargı bağımsızlığını da yok edici koyu bir rejimi çok marjinal limitlerle oturtmaya çalışmaktadır. Bir zamanların aldatıcı anayasa değişikliğinde “yetmez, ama evet” güruhunun aymazlığı ile alınan yola, bu kez de bilimsel etikten nasibini almamış anayasa hocalarının kurucu meclis olmadan da anayasa yapılabilir fetvası ile böyle bir çıkmaz yola girmiş olduk. Parlamentodan geçeceğe benzeyen tasarının halk oylamasında yüzde ellibir oyla dahi kabul ediliyor olması halinde politik nezaketten yoksun olduğu kadar iktidardan düşmekten de günahı kadar korkan siyasi figür ya da figürler “halkın oyunu” almış olmanın yüzsüzlüğü ile toplumun diğer kesimi üzerinde hâkimiyet kuracaklardır. Bu gafiller hiç düşünmezler mi ki, parlamentoda bazı tasarıların oylamasında nitelikli çoğunluk kuralının bir benzerinin halk oylamasında da oturtulması ve bu yolda bir gelenek oluşturulmasının adalet ve oylama sistemimizde demokrasinin yerleştirilmesinde fevkalade önemli ve yararlı bir hizmet olacaktır. Böylesi etik dışı ve kıran kırana mücadele ortamında hangi basiret sahibi siyasinin aklına böylesi faziletli bir davranış modeli gelir ki! Zaten böylesi faziletli siyasilerimiz olmuş olsa idi, ne bu aşamalara sürüklenir ne de bugün bunları tartışıyor olurduk.

Siyasetçinin fazileti meselesi de başlı başına sorun gibi gözüküyor. Galiba biz bu kavram ve olgulardan fevkalade uzağız. İktidar partisi milletvekillerinin oylarının zaten evet olacağını söylemiş olmalarına dayanarak oylamayı gizli adı altında açık oylamaya çevirmelerinin ahlak boyutu ile tartışılması bir yana, böylesi kabalığın, tüm kaba kuvvet kullanımında olduğu gibi, derin korku ve tereddütten kaynaklandığını bilmemiz gerekir. Tüm baskı ve telkinlere rağmen kimi milletvekillerinin öneriye ret oyu vermesinin bu yolla engellenmesi her iki tarafın da milletvekili değil, parti vekili ya da lider vekili olduğunu gösterir. Hal böyle ise; bu insanlar partinin ya da bir liderin çıkarını milletin çıkarına önceliyorsa, ya da milletin çıkarını şahsi çıkarlarına feda ediyorlarsa, biz ne diye bu insanlara maaş vermekteyiz ki? Böyle bir oylamada kabadayı edası ile oy verme tavrını benimseyenleri de, buna onay veren siyasi ve idari yöneticileri de parlamentonun manevi kişiliğine halel getirdiği duygusu ile bir vatandaş olarak şiddetle kınıyorum!

Parlamento kavgaları arasından sıyrılıp halkın karşısına gelecek olan meşum taslağa, ne yönde olursa olsun, oy kullanmak tasarının yapılış ve geçiş sürecinin onandığı anlamını taşır. Her şeyden önce, tasarı kurucu meclis çatısı altında yapılmayıp, seçim yasası ve sair sebeplerle toplumun tüm kesimlerini temsilden uzak netlikteki bir kurulmuş mecliste kotarılmış olacaktır. Bunun da ötesinde ve daha da vahim olarak, tasarının kabul edilmiş olacağı parlamentoda demokrasi adına fevkalade utanılacak bir durum olarak, bir partinin başkan ve yönetici kadrosu dâhil birçok parlamenteri tutukluluk nedeni ile temsil edilmemektedir.  Saniyen, oylamada halen var olan anayasaya uyulmamış olmasından dolayı da taslak keenlemyekûn hükmündedir, yani yoktur. Diğer yandan, ülkenin içinde bulunduğu özel yönetim biçimi olan OHAL nedeniyle de zamansal koşul anayasa gibi çok ciddi bir tasarının yapılmasına ve halk oylamasına sunulmasına elverişli değildir. Halkımızın çevreyi aydınlatıcı faaliyetlerinde böylesi fevkalade yanlış olguları kullanarak çevresel fikir alış-verişinde bulunması çok doğru olur kanaatindeyim. Bu temel meseleler halledilmeden tasarının özüne girmek bence doğru olmaz, zira tasarının özünün tartışılmaya açılması, tüm süreci kabulü ile aklanması anlamına gelir.

Gönül isterdi ki, tüm bu tartışmaları çok daha geniş bir tabanda ve çok daha zengin ve toplumumuzu geleceğini insani ufuklarına taşıyan sistem sorunu bağlamında yapıyor, demokratikleşme ve özgürleşmeyi gerçek anlamı ile halkımıza anlatıp, anayasal ve/veya sistem dönüşümünü böyle bir zeminde tartışıyor olabilse idik. Keşke tartışmalarımızı, Türk, Kürt, Arap ve Ermeni halklarının birlikteliğinin oluşturduğu bir Ortadoğu ya da Akdeniz Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği yapılanması modeli etrafında yapabiliyor olsa idik. Ortadoğu’nun kaderini emperyalizme kapılarını kapatmış birleşik özgür halklar olarak çizemediğimiz sürece, Rusya ve Çin de dâhil olarak emperyalizmin kıskacında çatışma ve savaşların eksik olmadığı bu bölgenin hâkimiyetinde hemen hiçbir ülke tam bağımsız konumda etkili olamayacaktır. Hal böyle olunca da, bazen bir gücün, bazen başka gücün etkisi altında ülke halkları heba edilip, kaynaklar emperyalistlerin silah sanayisini desteliyor olacaktır.

Gerçekçi olmak gerekirse, tarihin yalpalı seyri neticesinde çok beklenmedik bir gelişmenin olmaması halinde, böyle bir projenin şimdilik gerçekleşme olasılığı zayıftır. Anayasal tartışmalar bağlamında olabilecek seçenek, halklarının bireysel liberalizm bağlamında temel hak ve özgürlüklerinin eşit koşullarda sağlandığı, demokratik liberalizm bağlamında ise yönetim biçiminin korunduğu tam vatandaşlık ilişkisinin oluşturulup, korunmasıdır. Toplumu temsilden yoksun bir parlamentodan böylesi bir sonuç beklemek güçleştikçe, toplumsal çatışma ve tırmanışların önünün alınması da yakın ihtimal olarak görülemez. Siyaset yolunun tıkanması toplumsal çatışmaları güçlendirir ve şiddetlendirir. Toplumsal çatışmaların çözümünün ise ancak siyasi diyalog yolu ile sağlanabildiğini çok zengin örnekleri ile tarih göstermektedir.