Hariciye gözlüğünden bakmak

Geçtiğimiz haftanın son günlerinde büyük devlet ve şirketlerin anlı şanlı büyük yöneticileri ve temsilcileri ülkemizi şereflendirdi, toplantı üstüne toplantılarda içeriği boş fakat dışı fevkalade cilalı sözler sarf ettiler. Dünya Forum Toplantıları, Bilderberg ya da Davos gibi süslü toplantılar, İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde Dünya Bankası alt örgütleri olarak kurulmuş olup, komünist dünyaya karşı birleşen ya da zorla da olsa birleştirilen kapitalist ülkelerin ağa-babalar tarafından yönetilmesinin kibar toplantılar görüntülü baskılama araçlarıdır. Dünya futbol turnuvasında ya Almanya ya Hollanda veya İspanya gibi takımların final oynayacakları ve şampiyonluğu aralarında paylaşacakları bilinmiyor mu!  

Geçen hafta yaşanan ünlü ekonomi toplantıları esnasında ilginç şekilde sahile vuran cesetler sahnede göründü ve, hiç ihmal edilmeden, derhal hemen her konuşmanın içine sos olarak eklendi. Hemen her sorumlu ağızdan çıkan iç sızlatıcı konuşmalar büyük bir ustalıkla meselenin özüne girmeden ve gerçekçi çözüm ortaya koymadan, ve maalesef kendi vicdanlarından da utanıp çekinmeden, insanlığın bu durumdan sorumlu olması gerektiğini vurgulayıp, meseleden sıyrıldığını düşündü. Bu düşünce doğru idi; çünkü, oradakilerin hemen tümü bu işten sorumlu olduğu gibi, hiç birinin vicdanında da geçmişin hesabını verme endişesi yer almıyordu. Bir kente davetli olarak çağırılmış idim. Kentin sosyal ve ekonomik yaşamı üzerinde sohbet ederken konu eğlence dünyasına geldi ve yöresel özelliklerden dolayı pavyon eğlencesi üzerinde konuşulmaya başlandı. Anladım ki, pavyonlar kentin dış bölgelerine taşınmış. Bunun üzerine, eğlence yerlerinin neden kentin dışına taşınmasını anlamaya çalışırken ortaya çıktı ki, pavyona giderken görüntülenebilen herkes bir diğer pavyon yolcusunu da görüntülemiş olacağından kimsenin bir diğer hakkında konuşması söz konusu olmayacaktı. Bu duruma benzer şekilde geçen haftaki ünlü toplantılarda dinleyicilerin her konuşmacıyı alkışlaması da, nezaketten öte, kendi etiksizliğini yüceltmesinin simgesi idi.

Geçen haftaki toplantıların ikinci çirkin yanını da, yabancıların Türkiye'deki ikametleri ve Türk siyasi ve iş insanlarının konuşmaları esnasında kendi "hariciye istihbaratı" nın kendilerine sunulan bilgileri gözlerinin önüne getirmeleri dehşeti oluşturmuştur. Tüm devletlerin Türkiye'deki konsolosluk ve elçilikleri, çok doğal görevleri icabı, topladıkları tüm bilgileri kendi ülkelerine ulaştırırlar. Kısacası, hiçbir ülkenin sosyal ve siyasi yaşamı salt o ülkenin mahremi değildir; tüm bu bilgi, hatta görüntüler diğer ülkelere de yayılır. Bu bilgiler ham bilgi olmayıp, bir ülke siyasisinin diğer ülke siyasisi ile temasa geçerken masanın üzerine koyacağı görünmez istihbarat delilleridir. Hal böyle olunca, olimpiyat kuraları çekilirken Türkiye reklamında bir tane bile türbanlı ya da çarşafa sokulmuş kadın veya genç kızın olmamasını Batılılar yuttu mu zannederiz! Başbakanın son toplantıların birinde kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren ilk devletlerden biri olduğumuzu ve bu hakkın daha 1934 yılında kadınlara verilmiş olduğunu söylerken (iki sarhoştan birini kastediyor olmalı!) bu hakkın nasıl ve ne kadar kullanılabildiği, henüz reşit olmamış kız çocuklarının dahi türbana sokularak, bir düzene zorlandıklarını başbakanı dinleyenlerin bilmediğini nasıl düşünebiliriz ki! Din ve inanç özgürlüğünden söz eden bir başbakan, hükümetin çılgın politikaları sonucunda vazifesi esnasında öldürülen (şehit olan!) bir alevi vatandaşın hiç değilse son merasimine dahi saygı gösterilmediğini yabancılar bilmiyor mu! Bir insan böylesi abes ifadeleri kullanmaktan nasıl olur da utanmaz ve yüzü kızarmaz! İnanç özgürlüğü demek, sadece kendi inancımızın geçerli olduğunu, başka toplumların inancını inançtan saymamak mı demektir! Bir birey temelinde dahi tartışılması kuşkulu olan bu yaklaşımın hele de bir devlet düzeyinde ileri sürülmesi vahim değil mi!

Bütün böylesi toplantılar yapılırken içim yanıyor. Yabancı delegelerin siyasilerimizle karşı karşıya geldiklerinde, acaba, 17-24 Aralık olaylarının kapatması, Gezi olaylarının şiddetle baskılanması, özgürlükten dem vururken basına karşı tavır alınması, Esed ile neredeyse kan kardeşi olunmuşken, siyasilerin hangi fırsatçı rüzgardan yağ çıkarmak hevesiyle kan düşmanı olmasını ve Suriye'yi bugünlere taşıyarak körpe vücutların kıyıya vurmasına yol açan olayların başlatıcısı ve sürdürücüsü olması olayları hakkında acaba ne düşünmekte, kafalarından neler geçirmekteler. Siyasilerimiz, ne zaman bir kriz olsa yabancıların ekonomik gelişme hamlelerimizi(!) çekemedikleri şeklinde yorum yapacaklarına, yabancılarla karşılaştıklarında, onların hariciyelerinin siyasilerimiz hakkında kendilerine ne tür bilgiler sağladığını bir düşünüp, kendilerini bir tarafa bırakalım da, ulusumuz hakkında nasıl bir yargıya varabileceklerini düşünüp, biraz olsun irkilirler mi!

Neden bunu konu ediyorum, diye düşünülebilir. Bir ülke içinde bir suçlunun suçu salt bireyi ilzam eder, oysa bir siyasinin davranışı tüm ülkeyi bağlar. Bir siyasi kişi siyasi ya da kişisel yaşamında bir hata yapar ise, bu hata salt onu bağlamaz, o siyasiyi yönetici olarak başına geçiren tüm halkı bağlar ve dış dünyaya bu böyle yansır.