'Hâkimiyet milletindir' desem, inanır mısınız?

15 Temmuz girişiminden sonra çelişen görüntülere tanık olmaktayız. İktidar, “İlahi lütuf” olarak gördüğü ve topluma gösterdiği, organize(!) kalkış ertesi politikasını, OHAL kalkanı altında fevkalade sinsi ve o derece de yanlış olarak iki ray üzerinde sürdürmektedir. İktidar, olağan dönemde toplumsal tepki ile karşılaşabilecek düzenlemeleri baskı altında kotarırken, kısmen sıkışmışlık, kısmen de uygulamayı kolaylaştırmak ve siyasi alan kaybına uğramamak için baskı ve şiddet uygulamalarını perdeleyici manevralar üretmektedir. Bir yandan başta Varlık Fonu olmak üzere, sermayeye tanınan ayrıcalıklar ve emekçi hakları gasp edilirken, diğer yandan da, dinci tabanına nasıl anlatacağı kuşkulu olan, “hâkimiyet milletindir” aldatmacası yanında, şirinlik göstergesi olarak, her fırsatta vurgulanan birlik ve beraberlik mesajları vitrine yerleştirilmektedir. Çelişkili gibi görünen bu süreçte hiçbir çelişki yoktur. AKP politikasının özünde bir değişiklik olmayıp, emperyalizme monte edilmiş ekonomi olağan rayında ilerle(til)mektedir. Bu koşullar altında, “hâkimiyet milletindir” desem, gerçekten inanır mısınız? Biraz daha ileri giderek şunu da sormak istiyorum: Parlamentodaki “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ifadesinin gölgesinde 14 yıldır yaşadıklarımız ortada iken, niçin 15 Temmuz sonrasında, ani bir değişiklikle, hem ulusal birlik diye bir ilke ucundan hatırlandı, hem de hâkimiyetin millette olduğu dillendirilmeye başlandı ki, acaba? Kim hâkimiyet hakkından feragat etti ki, ortaya saçılanı millet sahiplendi?

Diktatör yöneticilerin en tipik yöntemi, ana amaçlarından ve yöntemlerinden kesinlikle taviz vermeden, görece tali alanlarda bu katılığı perdeleyecek uygulamalara yönelmek ya da ifadelere başvurmaktır. Böylece, perdeleyici zırhlar ya da aldatıcı yönlendirmelerle –ki, zamanımızda, bunlara algı operasyonu denmektedir- amaçlarını gizleyen dikta heveslileri politik hedeflerinde yoğunlaşır ve yaşam sürelerini uzatır. AKP politikasının özü budur.

Çevresel konumlu bir ülkenin ekonomisi bağımlı ise, siyaseti bağımsız olabilir mi? Komşumuz Yunanistan’da Aleksis Cipras, hem de Radikal Sol Koalisyon lideri olarak demokrat yöneticiliğe soyundu. Sonuç! Olmadı, olamazdı, çünkü Çipras’ın dış ilişkilerinden soyutlamadığı iç politikada halk tercihi de geçersiz kalmaya mahkûmdu! Bu arayışımızın yanıtını şu soruda bulabiliriz: Küreselleşen emperyalizmde çevresel konumlu ekonomilerde iktidara taşınan yerel diktatörlerin işlevi nedir? Belki, Büyük Ortadoğu Projesi eş-başkanlığı projesinde olduğu gibi bölgede emperyalistin hedeflerinin gerçekleşmesine hizmet etmek. Belki, aralarında doğrudan teması az olan büyük devletlere sıkça gidip-gelerek, büyük devletlerarasında iletişim aracılığı yapmak. Ama en önemlisi, iç ekonomide halkın ve emekçilerin gırtlağına basarak emperyalistlere faaliyet ve kâr alanı açmaktır. Sistemler bütünselliklerdir; tüm elemanlarını ihtiva eder, aralarındaki ayrılıkları törpüler ve yabancı unsurları da sistem dışına iter. O nedenle, sivrisineklerle değil de, bataklıkla uğraşmalıyız. O bataklık da, ekonomik sistem ve onun emperyalizm aşamasıdır. Sivrisineklerle de tabii ki mücadele edeceğiz, ama ana bataklığı biran bile akıldan çıkarmadan. AKP ile mücadele edeceğiz, gasp edilen emekçi hakları ile mücadele edeceğiz, Varlık Fonları ile mücadele edeceğiz, ama bizim beğenmediğimiz ortama sermayenin methiyeler düzmesini de anlayacağız, bizim mücadele ettiğimiz ortama Batı’nın müsamahakâr bakmasını da anlayacağız. Hatta ülke siyasilerinin Batı’ya sert çıkışlarını da(!) anlayacağız.

Sistem kapitalizm, biz de bu sisteme göbekten bağlı olduğumuza göre, iç politikaları anlamak demek, ülke siyasetçilerinin üzerinden Batı’nın dilini ve tercihini okumak demektir. Bunun için de bir yandan Batı güçlerinin, örneğin ABD, Rusya, Çin ve AB ülkelerinin aralarındaki göreli güç dengeleri ve mücadelelerini anlamalıyız, diğer yandan da kan emici bu ekonomilerin, kendi çıkarlarına göre, çevresel ekonomileri yönlendirici politikalarını yorumlamak zorundayız. Böylesi büyütülmüş resim böyle bir yazıyı da, beni de aşar. Zaten amacım da bütünsel bir analiz yapmak değil –bu, hiç haddim değil- beni rahatsız eden bazı konuları gündeme getirmektir.

Desem ki, “2008 krizi ABD’de, finans kesiminde oluştu.” Bu cümledeki üç yanlışı görebilir miyiz? Bir defa, kapitalizmin üçüncü büyük krizi finans kesiminde değil, reel kesimde, 2008 yılında değil, çok önceleri başladı, finans kesimi krizi 2008’e dek öteledi. Bu ifade ile bilimsel görüntü altında, sadece sizlere üç yanlış şey söylemiş olmadım, çok temel kriz nedeni olan kapitalizmin gelişme aşamasını, yani sistemi geri plana çekerek, krizden masun kılmış oldum. Kısacası, totolojik yaklaşımla görüneni anlatarak dikkatleri sistemden mekanik görüntüye çekmiş oldum. İşte, günümüz iktidarı da, aynen 2010 “yetmez, ama evet” anayasa referandumundaki yöntemi ile sempatik görüntü sergileyerek,  emperyalistlerin emeline hizmet eden adımlar atmaktadır. OHAL kalkanına sığınarak emekçilerin haklarına saldırı, zorunlu bireysel emeklilik, Varlık Fonu ve kara para aklama hükümleri sermaye ve emperyalistlere hizmet ettiği için, fevkalade anti-demokratik olmalarına rağmen, bu kesimden onay alabilmektedir. Bu acı ilacın halka içirilebilmesi ise, hâkimiyetin millette olduğu gibi, bizzat siyasi liderlerin dahi inanmadığı ifadeden tutun da, milli birlik ve beraberliğe vurgu ve toplum üzerinde devamlı tehdit algısı operasyonları sürdürülmektedir. “Milli hâkimiyet” sloganları ile ümmet kavramından, millet kavramına evirildiği görüntüsü yanında, devamlı milli birlik ve dayanışma pompalanması yapılırken, bir kesimin zorlaşan yaşam koşulları karşısında ufak bir kesimin şaşaalı yaşamının toplum üzerindeki olumsuz etkisinin algılanması engellenmeye çalışılmaktadır. Sömürü ve sınıflar arasındaki uçurum algılaması anlık olmadığından, sistemin gerçek yüzünün topluma ve emekçilere yansıtılması da mücadele bilincini anında uyandırmaz, ancak algılama kanallarını açık tutar.

Kapitalizmde millet dokusu içinde emekçiler ile patronlar arasında sınıf çatışması piyasa ortamında oluşur. Güvenlik amacıyla ihdas edilmiş olan OHAL perdelemesi altında siyasilerin yaptığı ise, hukuken ve siyaseten fevkalade yanlış ve etik dışı olarak, piyasada oluşan sistemik baskı ve sömürü mekanizmasını siyasi kararlarla yoğunlaştırmaktır. İşte size, halkına saygılı, demokratik anayasa(!) inşasında ısrarlı ve hâkimiyetin millette olduğunu ileri süren siyasal erkin asıl zihniyeti! Muhalefete gelince, biri hariç, diğerleri karanlıkta far huzmesi altındaki tavşan misali gibi bir görüntü veriyor.

Değerli okuyuculara, ne kadar olanaklı olacaksa, mutlu günler ve güzel bir bayram diliyorum ve kendilerinden iki haftalık bir izin rica ediyorum.