Gidişatın önlenmesi şarttır

Adeta yüklenilmiş bir misyonu yerine getirircesine ülke kurumları bir bir çökertiliyor. Akademi, yargı, güvenlik, medya vs hemen tüm kurumlar çökertiliyor. Her ne kadar kurumların da zaman içinde değişime uğraması doğal olmakla beraber, değişim ileri hamle olması durumunda olumlu görülür. Ancak, ülkenin içinden geçtiği durum ve bugün yaşanan sıkıntıların değerlendirilmesi sonucunda kurumların dönüştürülmesinin anlamlı değişim olarak değil, çöküş ve yozlaşma olarak görülmesi gerekir.  

Özelleştirmelerin başlatıldığı 1980’lerde bir kısım akademisyen ve ülke sevdalıları uygulamalara karşı çıkarken, bir kısım dostlar da özelleştirmelerin yapılmasına karşı çıkmayarak ipin ince yerinden kopmasına yol açılmasını savunuyorlardı. Bugün topluma yaşatılan feci sürüklenişte aynı mantıksal tartışmanın anlamlı olup olmayacağı üzerinde düşünülmesinin dahi abes olacağı kanaatini taşımaktayım. Değerli meslektaşım Yrd. Doç. Dr. Deniz Yıldırım’ın, Şubat 2017’de DİSK’in Sesi’ nde “Referandum Stratejisi’ne Dair Söyleşi” nde ve haftalık yazılarında çok net biçimde ortaya koyduğu üzere, bu referandum ifade edildiği üzere bir mini referandum değildir. Mini paket olarak toplumun önüne sürülen anayasa değişiklik yasası özünde köklü bir değişikliktir ve, ondan öte, ileri için tasarlanan daha büyük değişiklik planının ilk basamağıdır. Deniz hocanın ifadesiyle,  “Meselenin özünde ilk 4 madde yatıyor ….Saray için bu bir geçiş anayasası. Devletin, kamu örgütlenmesinin ve ‘hukuk’ un Saray etrafında yeniden tanzimi sürecinin anayasal yetkiyle sürdürülmesi; yani ‘inşa’ devrinin tamamlanması için bir yetki devri anayasası. Kamu kurumlarını kaldırıp başkalarını yeniden kendi hiyerarşisi etrafında kurabilecek; bakanlıkları kaldırıp yenilerini kurabilecek; istediği gibi yeni bir devlet düzeni bu yetki yasasıyla inşa edecek. Bütün devlet hiyerarşisini, devlet toplum ilişkilerini bu pakette sağlanan yetkiye dayanarak düzenleyecek. Bütün bunların tamamlanması aşamasında ise yeni devlet kuran iktidarların yaptığı şekilde; eskinin hiçbir hukuksal, anayasal kısıtlamasıyla bağlı olmadan ‘asli kurucu iktidar’ olarak yeni rejimin nihai yeni anayasasını yapacak. Plan bu. Nedir o kısıtlar, ‘eski rejim’ in ‘bunları değiştiremezsin’ dediği kısıtlamalar? Biliyoruz ki ilk 3 madde. Yani devletin Cumhuriyet, başkentinin Ankara, kâğıt üstünde bile olsa işleyişin Laik, Demokratik bir Hukuk Devleti olduğunu düzenleyen maddeler. Kuruluş senedi. Nihai hedef bu senettir ve bu nedenle ‘yeni anayasa’ ambalajı/hakkı, tabuta son çivi çakıldıktan sonra yapılacaklar için saklanmıştır.

Hatırlayalım: AKP’li Anayasa Komisyonu üyesi, Bursa milletvekili İsmail Aydın Meclis görüşmeleri sırasında ne demişti? ‘İlk 4 madde de değiştirilebilir’. Zaten uygulamayacakları temel hak ve özgürlüklerle ilgili daha önceden uzlaştıkları 60 maddeyi pakete eklediklerinde teklifi ‘yeni anayasa’ olarak sunmaları mümkün olacakken bunu yapmayan iktidar açısından asıl mesele budur. Aşamalı karşı devrim anayasa sürecine de böyle yansıyor….Saray için bu bir geçiş anayasası”

Bu sav geçerli gibi gözüküyor. Birincisi AKP iktidarı, Kürt Açılımı da dâhil olarak hiçbir projeyi açık seçik ortaya koymamış, her adımda beklenti yaratarak son kozu kendisine saklamıştır. Kısacası, AKP iktidarı tüm politikalarını devlet yönetimi mantığına yakışır şekilde güçlü devlet adamı anlayışı ile değil, adeta düşmanı ya da rakibi ile savaşma mantığı ile uygulamıştır. Önceki anayasa referandumunda halkımıza lolipop çubuğu sunup, “yetmez, ama evet” aymazlarının da yönlendirmesi ile yargıyı ele geçirerek kendisine despotluk yolunu açmış olan AKP, şimdi de, hem de OHAL baskısı altında, halkın elini kolunu bağlayarak, ileride yeni oluşumun temellerini daha rahat atabilmek için kendisine yeni kanal açmaya hazırlanmaktadır. O nedenle bu referandum halkımız ve ulusumuz için yaşamsal önemi haizdir. Tasarıdaki 600 kişiden oluşan parlamento, bakanlar vb gibi sözcüklere aldanmadan, tercihimizi, bizi biz mi yöneteceğiz, yoksa bir kişinin güdüsüne mi gireceğiz şeklinde düşünüp, basiretli karara varmalıyız.

Tasarı kabul edilse de ret edilse de Türkiye’nin kapitalist bir ülke olduğu gerçeği kısa sürede değişmeyecektir. İki durum arasındaki yaşamsal fark şuradadır ki, suskun bir ulus giderek bilinç bulanıklığı ya da körelmesi yaşayarak sömürüyü fark edemez hale gelir. Ülkenin böyle bir yola sokulmasının amaçlı olduğu akademinin çökertilmesi ile anlaşılmaktadır. Eğitimin çökertilmesi ve akademik personelin kurum dışına atılarak kadroların yandaşlarla doldurulması toplumun idrak kapasitesinin köreltilmesini amaçlamaktadır. YÖK başkanının boşalan kadroların acilen doldurulduğu mealindeki ifadesi ile akademinin başına geçirilen şahsın konu ile bilgisi ya da, ondan da önemlisi, ilgisi ve amacı açık değil mi?