Gerçek üniversiteler

Rezidans inşaatında 10 emekçinin ölümü vahimdir, hata falan değildir kapitalizmin "insanı itlaf" bilincinin çok doğal sonucudur. İşte, kapitalizmin bu sapık bilincine ne zaman emekçi de vakıf olup, bilincine yerleştirirse, o zaman mücadelesini, uzun vadede, salt bazı önlemleri almaya yönelik değil de, sistemi değiştirmeye yönelik yapabilir. Haberlere göre, bakan derhal gelmiş ve her türlü incelemenin yapılmasının "yararlı olacağını" söylemiş. İyi etmiş! Bu acı haber dolayısıyla emekçi ailelerine ve tüm emekçilerimize başsağlığı dilerim. Ne acı bir rastlantıdır ki, bugünkü yazı da böylesi konular etrafında şekilleniyordu.

Bugünkü yazıma gelince giderek hızlanan kadrolaşma faciası öncelerinde üniversitelerin birer devlet dairesi olmadığı, fikir ve eylem alanında özgür davranabildiğini düşünürdüm. Bu yönü ile üniversitelerin topluma ışık saçan en üst düzey beyin olduğu kanaatini taşırdım. Belki de bunun için olacak, geçmişte toplumun üniversiteye ve üniversite öğretim üyelerine bakışı günümüzdekinden çok daha farklı idi. Adnan Menderes'in, saltanatının son dönemlerinde, üniversite öğretim üyeleri için "kara cübbeliler" ifadesiyle açılan kanal bugün o denli büyümüştür ki, üniversiteler tam bir devlet dairesine dönüştürülmüş bulunmaktadır.

Her baskının karşıtını yaratması doğaldır. Üniversite yaşamımızda da böylesi bir tepki, henüz cılız olmakla beraber, doğmaktadır. Bunlardan biri Karaburun Bilim Kurulu, diğeri ise Özgür Üniversite'dir. Bu iki kurumda da, açık veya örtülü saldırganlık ruhu taşımayan her türlü özgür düşünce, hiçbir engele takılmadan ifade edilmekte, tartışılmakta ve kesin sonuca bağlamak gibi baskıcı bir üsluptan çekinilerek, sonuca ulaşılmaktadır. Karaburun Bilim Kurulu yılda bir defa ve, maalesef, kısa süreli bir etkinliktir. Buna karşın, Özgür Üniversite devamlılık gösteren, edebiyat, ekonomi, felsefe vb gibi çok çeşitli alanlarda konferans/ders sistemi ile sürdürülen tartışma/eğitim faaliyeti niteliği taşımaktadır. Karaburun toplantılarının dokuzuncu etkinliği geçtiğimiz hafta "Dünyada Bir Hayalet Dolaşıyor" başlığı ile gerçekleştirildi. Yoğun işlerim nedeniyle, maalesef, bütün programı izleyememiş olmakla beraber, ikinci günü katılıp Thorstein Veblen konusunda bir sunum yapma şansına sahip oldum. Bugün, Kongrede tartışmaya çalıştığım konu hakkında sizlere kısa bilgi sunmak istiyorum.

Neden Veblen, diye sorguladığımızda, yanıtım şudur: Kapitalizm bu kadar savaşlar, krizler, yaygın yoksulluk, hatta karakter aşınmasına rağmen niçin ve nasıl oluyor da hakimiyetini koruyabiliyor. Güçlü TEKEL direnişi ya da Gezi ayaklanmasına rağmen nasıl oluyor da hemen her şey yerinde kalabiliyor. Soma faciası ve sonuçta ne kazanıldığı da ortadadır. Anti-Mai grubu dünyanın dört bir yanında gösteriler yapmış olmasına rağmen, nasıl oluyor da tüm bu hareketler sönümleniyor ve sistem yerinde kalabiliyor. Bu sorulara yanıt ararken, Thorstein Veblen adında bir akademisyen ilgimi çekti.

Veblen, 19'uncu yüzyılın sonlarına doğru yaşamış olan Amerikalı akademisyen iktisatçıdır. Veblen, iktisatçılığı yanında, felsefe, biyoloji, antropoloji, psikoloji gibi birçok alana ilgi duymuştur. Amerika'da "kurumsal iktisat ekolü" kurucusu olan Veblen'in konumuz itibariyle önemi, Marksizm'i ciddi olarak ele almış ve eleştirmiş ilk Amerikalı düşünür olmasıdır. Marks üzerine yazmış olduğu iki makaleden biri olan, Karl Marks ve Takipçilerinin Sosyalist Ekonomi Kuralı başlıklı ünlü makalesine Veblen şu methedici cümle ile başlamaktadır: “Marks’ın geliştirmiş olduğu doktrin sistemi oldukça cesur kavramsal yaklaşımı ve ciddi mantıksal tutarlılık ile karakterize edilmiştir.” Teorisini bu denli metheden Veblen, Marks için politik ajitatör sıfatını uygun görmüş ve Marks'ın ileri sürdüğü fikirler nedeniyle toplumların isyana yönelmeyeceklerini ileri sürmüştür. Tarihsel süreç tamamlanmadığından, hangisinin görüşünün geçerli olduğu hakkında karar vermek için vakit henüz çok erken.

Kapitalizme karşı olan, Amerikan toplumunda aylak zengin sömürücü sınıfın göstermelik tüketim eğilimini müstehzi ifadelerle yeren Veblen de, Marks'a nazire yaparcasına, mühendisler sınıfının sömürü altında olduğunu, buna rağmen, bir tür yabancılaşma olarak tanımlayarak, bu kesimin de diğer emekçiler gibi ayağa kalkarak toplumun yönetimine talip olmaya cesaret edemeyeceklerini ileri sürer. Söz konusu ataletin nedenini Veblen insan davranışı ile açıklar. Veblen'e göre, insan davranışları anlık ve rasyonel olarak nitelenen kararlarla davranış belirlemesi söz konusu olamaz. Davranışlarımız, geçmişten gelen itiyat, huy, insiyaki eğilimler üzerine düşünce ve böylece bilinç düzeyinin çok derinlerinde oluşmuş tortu tetiklemesi ile gerçekleşir. Diğer bir deyişle, öyle düşünceler kafamızda yer etmiştir ki, davranışlarımız, farkında olmadan, söz konusu dürtüler ya da eğilimler tarafından şekillenir ve denetlenirler.

Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de emekçilerin davranış pasifliği üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Mesela, TEKEL direnişinde ya da Gezi isyanında insanların kafalarında net bir şekilde sermayeye ve neoliberal politikalara karşı çıkmak acaba ne kadar vardı, tartışmalıdır! ABD'de Wall Street kalkışında insanlar % 1'lik grup ile diğerlerini tartışırken, acaba ne kadar sistem mantığı bilincinde idiler, tartışmalıdır! Üniversitelerimizde "Çalışma Ekonomisi" dersleri emek-sermaye ilişkisi üzerinde dururken, emeğin metalaştırılmasına set çekmeye çalışmakla beraber(umarım!), aynı anda sermaye meşrulaştırılmış olmamakta mıdır! Piyasa anlatımında üretim faktörlerinin payları zikredilirken sistem meşrulaştırılmış olmamakta mıdır! Medya, aile yapısı ve tüm toplumsal kurumlar sermayeyi meşrulaştırıp bilincimize kazırken, acaba TEKEL emekçisi günlerce sürdürdüğü direniş esnasında kafasındaki bilinçsiz sermaye kavramı, hatta kutsallığı, ona ayak bağı olmaz mı! Sonuç olarak, durmadan "sınıf bilinci" söylemi yanında, hatta ondan da güçlü olarak, başka alanlarda, bilincimizin en derinine işleyerek, hiç farkında olmadığımız şekilde davranışlarımızı denetleyen şeytanî kurumlarla mücadele etmemiz gerekir, diye düşünüyorum. Geçmişten devreden geleneksel düşünceler o denli kökleşmiş olabilir ki, kazıyıp atmak kısa sürede olanaksız, uzun dönemde dahi zor olabilir. AKP'nin toplumsal hafızanın derininde kazınmış gericilik ve dincilik itiyadını sömürerek toplumu böylesine kabusa sürüklemesi hiç de rastlantısal olmayabilir. Kapitalizm, bir sömürü sistemi olarak, hiç bir yerde hata yapmamaktadır. Hatayı, her insanlık zulmünü ve kazayı yönetsel eksiklik, denetim kusuru ya da ilgisizlik gibi, aslında kapitalizmi besleyen dokusal araçların düzeltilebileceğini düşünen ve bu konuda ısrar eden bizlerdedir! Bu dokuların bizler gibi görece geri ekonomilerde çok belirgin açığa çıkması, aslında sistemin hafızalarımızda netleşmesi için bir şanstır. Ne var ki, şans, hedefini bilene yol gösterir!